27 Nisan 2009 Pazartesi

TATİL SONRASI GÜZEL SÜRPRİZ:)

23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı'nı fırsat bilip çocuklar gibi eğlendiğimiz bir seyahate gittik (detay vermiyorum, çok yakında burada yazağım için:)), yokluğumuzda Sevgili Uçan Martı bize güzel bir haber vermiş: 3 gün önce Habertürk Gazetesi'nde blogumuz tanıtılmış (tanzanya yazı dizisinden bir yazımız kullanılarak). Çok sevindik tabii. Gazeteyi henüz bulamadım, biraz zor olacak gibi. Bulamasam da, bu haftaya harika bir seyahat üstüne bir de bu güzel haberle bomba gibi başladığımızı söylemeleyim...

Yeni yazılar arka arkaya çok yakında burada:)

15 Nisan 2009 Çarşamba

BİR KİTAP TAVSİYESİ: LOST BAŞUCU KİTABI

Bu kitabı büyük bir gururla tavsiye ediyorum:

Sevgili arkadaşımız Emrah Güler'in ilk kitabı "LOST Başucu Kitabı" geçen hafta sonunda Doğan Yayınları'ndan çıktı.

Benim de Alev'in de belli dönemlerde bir veya bir kaç diziye sardırmışlığımız oldu. Her akşam eve döndüğümüzde gözlerimizin izin verdiği miktarda bölümü dvd'de ard arda seyredip, sonra seyrettiklerimizi masaya yatırır, tartışırdık. Sardırdığımız diziler arasında ilk aklıma gelenler ise "Ally Mc Beal", "The X-Files", "Six Feet Under" ve "Secret Life of Us" (komedi ve benzeri sitcom'ları saymıyorum tabii). Hemen hepsi ile de Emrah sayesinde tanıştığımızı söylemeliyim:) Bu zincirin son halkası "LOST" olmuştu, ama sadece 3. sezonun yarısına kadar... Hayatımın son 5-6 yılı giderek artan şekilde TV ile aram bozuldu, kendisinin kıymetli zamanımdan çaldığını farketmeye başladığım için. Son bir kaç yıldır Alev de aynı şekilde düşünür olduğu için TV odaklı bir hayat yaşamıyoruz uzun zamandır. Buna da çok memnun olduğumu söylemeliyim kendi adıma. Kendi belirlediğimiz zamanda, kendi seçtiğimiz şeyleri izlemek daha keyif veriyor. LOST da bu istisnalardan biri olmuştu, ama rutin ve gereksiz yere uzadığını düşündüğüm , bu yüzden yaratıcılığından yediğine ve reytinge oynadığı hissine kapıldığımdan, LOST 3. sezonu itibariyle gözümdeki cazibesini yitirdi ve dizi yayın hayatına veda etmeden ben diziye veda ettim.

Benim gibi sıkılmayıp, pes etmeyip seyretmeye devam edenleri ise bambaşka sürprizlerle karşılamış LOST; dizinin 3. döneminde monotonluğa düşen senaryosunu yeniden ve hiç beklenmedik açılımlarla renklendirdiğini duyuyorum fanatiklerinden (Emrah, kitabında benim gibi 3. sezonda düşen tempoya ve dizinin yaratıcı ekibinin bunu farkedip sorunu nasıl başarıyla aştıklarına da değiniyor).

Emrah Güler aslında sinema ve popüler kültür konuları ile ilgilenenler için tanıdık bir isim, bana göre ise bu konularda bir "guru", ileriki yaşlarında da "duayen" olacak. Popüler kültür konularındaki birikimi inanılmazdır. Herşeyin , herkesin birbirini taklit ettiği, bilinen güvenli sularda yüzmenin rehavetine kapıldığı, üretme çabası içinde olanların kafasına "haddini bil arkadaş" diye balyozla vurmak konusunda gayet hevesli olan bir ülkede, Emrah'ın bu yaptığı ülkede üreticilik-yaratıcılık adına hala ümitli kalmaya devam etmenin güzel bir simgesidir bana göre.

Kitap, ismi nedeniyle, her ne kadar ilk bakışta bir "dizi tanıtım rehberi" izlenimi verse de, aslında bu bahane ile Emrah'ın kendini bildiğinden beri adadığı popüler kültür konularındaki devasa birikiminin de yansıması, hatta "patlaması" dır.

Siz de bir bakın, bir dizi rehberinden çok farklı, etkileyici bir bakış açısı ile karşılaşacak ve LOST ile pek irtibatınız olmasa bile, bu çok boyutlu, bol renkli bakış açısı nedeniyle kitabı elinizden bırakamayacaksınız.

14 Nisan 2009 Salı

Tanzanya'da sizi ne bekler? - 4

Turistler için çok sayıda tesis ve restoran var. Yediğimiz yemeklerin hepsi de birbirinden güzeldi. Tahmin edebileceğiniz gibi meyve ve sebze zebil gibi; ananasın, muzun, papayanın, mangonun, “ihtiras meyvesi"nin ["passion fruit" adı , bize yabancı ve fakat çok lezzetli bir meyve] kilolarcasını sadece 1 dolara almanız mümkün. Domates, salatalık, biber, marul hepsi taptaze, çıtır çıtır, mis gibi. Gerçi gitmeden önce dışarıda salata yemememiz ve buz kullanmamamız konusunda uyarılmıştık (yukarıda belirttiğim hijyenik olmayan sular nedeniyle). Kilimanjaro Dağı tırmanışı sırasında bu yasağa uyduk, sebze ve salata yemedik. Ama şehre inince birbirinden cazip taze sebzelere, salatalara daha fazla karşı koyamadık. Üzerlerine en sağlıklı dezenfektan olan sirkeyi basıp basıp bol bol salata yedik. Hiç bir şeycik de olmadı.

Tanzanya’nın en meşhur ürünü (kahvesi dışında) “Kilimanjaro” isimli birası. Her yerde o var, alternatifi ise Kenya birası olan “Tusker”. Tusker Afrika tarihinde ayrıcalıklı yeri olan bir filin adı. O da güzel. Hak geçmesin diye Tanzanya’da olduğumuz sürece Kilimanjaro, Kenya’da bulunduğumuz süre içinde ise Turker içtik:)


Birazcık da “öbür yüz”e değinelim: Son zamanlarda gazetede sık sık karşılaştığımız [veya “algıda seçicilik" nedeniyle benim dikkatimi çeken:)] haberler var, Tanzanya’da albino hastalarının kara büyücülük faaliyetlerinde kullanılmak üzere kaçırılıp vahşice öldürülmeleriyle ilgili... Haberlerin kaynağı, nedense hep Tanzanya, ama bu gerçek sadece Tanzanya’ya has değil. Özellikle ekvator çizgisi altındaki Afrika ülkelerinde yoğun büyücülük faaliyetleri olduğu biliniyor. Pagan kabile dinleri için bu tür şeyler zaten inançlarının parçası, ama “kara büyücülük” denen ve içine insan parçalarının karıştığı tür az da olsa (bu da benim tahminim, çok olduğuna inanmak istemiyorum) varolan ama kimsenin varolduğunu kabul etmek istemediği bir gizem olarak varlığını sürdürüyor.

Nairobi’den kalkacak uçağımıza 1 gün kala yine karayolu ile Kenya’ya geçtik. Fakat geçmemiz çok uzun sürdü. Aklımıza gelmeyen başımıza geldi çünkü: Seyahat şirketinin bize tahsis ettiği minibüs yolun yarısında arızalandı. Hem de öyle böyle bir arıza değil. Sayısız tamir denemesinden sonra araçtan ümit kesildi ve yine sayısız denemeden sonra acentaya ulaşılıp, bize yeni araç göndermeleri sağlandı. Gel gör ki aracın ve onu kullanacak şoförün bulunup sonra bizim bulunduğumuz noktaya ualaşabilmesi tam 3,5 saate maloldu. Bu bekleme bize Tanzanya sınırında olduğu söylenen ve her çeşit otantik ve yerel Afrika ürünlerinin satan ve üstelik kredi kartı da kabul eden [bu ne demek? Tanzanya’ya kredi kartınıza güvenerek gitmeyeceksiniz demek:)] büyük ölçüde son ana bıraktığımız alış veriş şansını kaybettirdi. Buna karşılık, ancak hayallerimizde sözkonusu olabilecek beklenmedik bir keyfi sundu.


Yolda beklediğimiz 3,5 saat boyunca yoldan sürüsünü otlatan, yürüyerek şehirler arası seyahatini yapmakta olan veya çarşı-pazardan dönen Masailerle daha da bir içli dışlı olduk. Kendine fazla güvenen genç bir Masai ile Renay koşu yarışı bile yaptı [Renay'ın yenildiğini belirtmeye gerek var mı??. Genç Masai haklı bir güvene sahipmiş meğer:)]. Sürüsünü otlatan küçük bir Masai bize kendini fazla kaptırıp sürüyü ihmal edince, sürüyü ileride zar zor toplayan dedesinden hem esaslı azar hem de biraz sopa yedi:) Başka bir kadın grubu "mani mani" verirsek fotoğraf çektirebileceklerini söylediler. Rehberimizin tercüme ettiğine göre, kadınlardan biri yanındaki genç kızını henüz evlendiremediği için çok dertliydi, sürekli bu konuda konuştu. Kız da taş çatlasa 15 yaşında falandı bu arada:) Bizim beylere bir mesaj mı vermeye çalışıyordu, anlamadık :) Sayelerinde o 3,5 saatin nasıl geçtiğini anlamadık.



















Tanzanya’ya ulaşmak için önce KenyHavayolları’nın İstanbul’dan kalkan Nairobi uçağına bindik. Nairobi’den yaklaşık 3 saatlik minibüs seyahati ile Tanzanya’nın Arusha şehrine ulaştık. Bu 3 saatlik seyahat bile tam bir görsel şölene dönüştü. Afrika savanlarının güneş batarken sergilediği manzarayı unutmamız mümkün olmayacak.

Tanzanya vize istiyor. Ama bunu her hangi bir siyasi sebeble değil, daha çok ekonomik sebeplerle yaptığı hissine kapıldım. İstanbul’daki Konsolosluğundan 40-50 euro civarı bir ücret ödeyerek, kolayca alabilirsiniz.

Aman aşılara dikkat! Uluslararası Sağlık Örgütü’nün tavsiye ve kuralları gereği belli ülke ve bölgelere giderken belli aşıları olmak gerekiyor. Tanzanya ve Kenya için sarı humma, menenjit ve bir tür karma aşı olmak şart. Türkiye’deki havaalanlarında bu hizmet ücretsiz veriliyor. Sadece gitmeden randevu almanız lazım. Ha, bir de orada bulunduğunuz süre içinde (ve mümkünse dönünce bir süre daha) sıtmaya karşı Tetradox isimli (veya türevi) bir antibiyotik kullanmanız tavsiye ediliyor. Şakası yok, kaytarmayın:)

11 Nisan 2009 Cumartesi

Tanzanya'da sizi ne bekler? - 3

Gördüğümüz şehirlerdeki çok kısıtlı sayıdaki istisnalar hariç, halkın büyük çoğunluğu tek veya en fazla iki gözlü tahtadan ya da sazdan yapılma, elektriği, akan suyu ve genelde kapısı dahi olmayan barakalarda yaşıyor. Bunu görünce, neden sokakların her daim kalabalık ve sosyalleşen insanlarla dolu olduğunu anlıyorsunuz. Bu barakalar sadece uyumak için. Kişiye ya da aileye özel bir mahremiyet, konfor, keyif ortamı ve güvenlik sağlamıyorlar. Hal böyle olunca hayatın merkezi açık hava, yaşam, uyku saatleri hariç, hep dışarıda akıyor.

Akşamları her barakada gaz lambası yanıyor, sokak aydınlatması da olmadığı için karşıdan sanki yıldızlar yere inmiş gibi bir manzara oluşturuyor binlerce kandilin ve gaz lambasının ışığı. Tropik iklim kuşağında oldukları için açık havada yaşam sorun değil belli ki, ve zaten Afrika insanın doğasına çok daha yakın.

Suyun yokluğu konusu gerçekten dikkat çekici. Yağış almadığından değil, sanırım suyu tutacak sistem ve her eve ulaştıracak alt yapının olmamasından... Halk, hele de kırsaldakiler, için suya ulaşmak ciddi bir mesele. Seyahat esnasında yol kenarında onlarca çocuk gördük çamurlu su birikintilerinden elindeki testi ve plastik bidonlara su toplamaya çalışan... İnanamadık ama onların çok doğal bir gerçeğiydi. Durum bu olunca, salgın hastalık ve enfeksiyonların yaygın olmasına ve ziyaretçiler içinde ciddi tehdit oluşturmasına şaşmamak gerek.
Gözlerimizin alışık olmadığı bir diğer manzara ise uçsuz bucaksız kahve ve muz tarlaları. İlk kez kahve ağacı gördüm, bodur ama bol çiçekli ağaçlar. Tanzanya dünyanın en güzel kahvelerinin yetiştiği bir ülke. Bunlar dışında, sadece Tanzanya’nın değil, tropik kuşaktaki tüm ülkeleri sembolize eden iki tür ağaç da bize seyahatimiz boyunca güzel görsel manzalara sundu. Bir tanesine "cennet ağacı" deniyormuş, hani kökleri ağacın tepesindeymiş gibi görünen... Diğerinin adını ise ne yazıkki unuttum ama öğrenirsem buraya yazacağım. Afrika savanlarında dağınık halde sıkça bulunan bir ağaç. Pek çok klasik Afrika imgesine görebilirsiniz kendisini.