23 Haziran 2010 Çarşamba

GÜRCİSTAN

Tiflis'in görseline çok hoş katkılar yapan onlarca ortodoks kilisesinden biri


İş hayatı bazen size normal şartlarda hiç kapınıza uğramayacak fırsatları sunabilir. Gezmeyi seven bir insan olarak, çalışma hayatına girdikten sonra yaptığım ilginç seyahatlerin en az yarısını işime boçluyum ben de. İş seyahatinin temposu elbette tatil amaçlı seyahatlerden farklı oluyor. İş "birincil" amaç olduğu için, odağınız farklıdır. Tatilde tatile gittiğinizi bilirsiniz, nereye gidileceği çoğu zaman aylar öncesinde bellidir. İş seyahatinde ise durum tam tersidir. Hayatta gitmeyi düşünmeyeceğiniz yerlere ansızın gitmeniz gerekebilir. Ayrıca, turist olarak gitseniz görmeyeceğiniz şeyleri görür, girmeyeceğiniz ortamlara girer, tanımayacağınız insanları tanır, bir anlamda günlük yaşamın tam içine nüfuz edersiniz. Sürprizleri seviyorsanız, bundan iyisi can sağlığıdır.

Gürcistan da, tıpkı Ekvator Ginesi gibi, iş nedeniyle gittiğim ve bu sayede keşfettiğime şükrettiğim orjinal ve son derece otantik ülkelerden biri. Seyahatin beni bu kadar heyecanladırmasının ilk nedeni başka kültür ve yaşam alışkanlıklarıyla karşılaşacak olmak. Yeryüzünde birbirinden farklı yüzlerce, binlerce farklı kültür ve yaşam alışkanlıkları olduğunu görmek, bir miktar tecrübe etmek benim için neredeyse bir afrodizyak. Bu farklılık çok hoşuma gidiyor. Belki herkesin ve herşeyin hızla birbirine benzeyip, tektipleşmesine duyduğum tepkiden... Bu sebeple beni en çok etkileyen ülkeler de tamamen kendine has kültür ve yaşam alışkanlıklarına sahip olanlar oluyor. Bu açıdan Gürcistan’ın da benim için yeri ayrı.

Çocuklukluğumda neden olduğunu tam olarak bilemeden, o zamanlar “doğu bloku” diye anılan, komünist rejimle yönetilen ülkelere merak duyardım. Belki olimpiyatlarda, atletizm şampiyonalarında madalyaların çoğunu silip süpürdüklerinden, belki o zamanlar hayranı olduğumuz Nadia Comaneci yüzünden, belki de ülkelerini görmenin o zamanın şartları gereği “imkânsız” olmasından. Yıllar sonra, işim sayesinde bu ülkelerin bir kısmını görme şansına sahip oldum. Her biri beni başka boyutta ama kesinlikle fazla etkiledi.

Gürcistan basitçe özetlemek gerekirse, şu anda görsel olarak referansı "Batı Medeniyetleri" olan global zamanın 30 yıl kadar gerisinde donmuş hissini veren bir ülke. Son bir kaç yıldır son sürat (ABD ve AB’nin de desteği ile) global dünya saatini yakalamaya çalışıyor, bu konuda bu kadar kısa sürede katettiği başarı etkileyici ancak komünizmin damardan etki etmiş izlerini silmeye hala vakit var. İşte bu yüzden, tam da şimdi gidilmeye, görülmeye değer.

Herşeyin (mekanlar, giyim-kuşam, davranış...) üzerine sinmiş bir demodelik, eskilik, köhnelik, dramatiklik sözkonusu, ama farklılık sevenler için bu deneyim tam anlamıyla keyif veren cinsten. Ben şahsen kendimi zaman makinesiyle 70’li yıllara yolculuk yapmış gibi hissedip, çok mutlu oldum. Aslında gördüklerim 70’li ve 80’li yılların Türkiye’siyle hemen hemen aynıydı. Belki bu yüzden bir sempati, yakınlık duymak kaçınılmaz... Aslına bakarsanız genel anlamda bizim kopyamız diyebiliriz kendileri için. Gürcüler de Türklere büyük sempati duyuyor. Onlar için Türkiye kendi tabirleriyle söylüyorum "medeniyet" demek:) Şaşırmış olmalısınız, ama tam da böyle. Bu tabiri 2. gidişimde samimiyet kurduğum müslüman-Gürcü bir doktor hanım kullanmıştı: "Biz bu sınırı (Sarp Sınır Kapısını kastediyor) geçince medeniyete varıyoruz, içimiz açılıyor" demişti tam olarak. Buna benzer sözleri tanıştğım bir kaç insandan daha duydum.

Elbette bir ülkenin ya da şehrin markası olmuş mekanlarını görmek, yemeklerini yemek güzel. Ama benim için mesela o ülkedeki ya da şehirdeki evlere girmek, günlük hayatın akışını ve yaşam alışkanlarını gözlemlemek, hatta mümkünse onlara doğrudan nüfuz etmek, içinde kaybolmak çok daha anlamlı ve heyecan verici. Bu yüzden iş sebebiyle gittiğim ve normalde görme imkânım olmayacak noter, belediye, tapu dairesi gibi devlet dairelerinin yanısıra, düğün salonu, matbaa, mahalle bakkalı, minicik bir apartman dairesi gibi yerler benim için tam anlamıyla mükafat oluyor:) Çeşitli sebeplerden oralarda edindiğim arkadaşlar sayesinde de günlük hayat ve alışkanlıklarının farklı özelliklerini öğrenme imkânı buluyorum.

Teyze

Bir gün gittiğimiz tapu dairesinde hava kararmaya başlamış olmasına rağmen içerisinin neredeyse zifiri karanlığı dikkatimizi çekmişti. Memurlar görebilmek için kafalarını adeta önlerindeki evrakın içine sokmuşlardı. Niye lambaların yanmadığını anlayamadık, bize orada hizmet veren meslekdaşım hava tam anlamıyla kararmadan devlet dairelerinde ışık yakmanın yasak olduğunu söyledi. Bu bir ekonomik önlemmiş. Benzer şekilde, kış ayında bu ülkeye gidip devlet dairesine yolu düşen bir arkadaşım içeride palto ve bereleriyle oturan memurları görünce esaslı şaşırdığını söylemişti. Gürcistan'ın doğal gazı Rusya'dan geliyor ve zaten limoni olan araları her gerildiğinde Rusya vanayı kapatıyormuş, o zaman da tam bu doğal gaz kesintisi dönemine denk gelmiş.
Kendi adıma sahalarda görmek istediğim hareketler:)

Yine ilginç uygulama olarak, Gürcistan'da devlet memurlarının giyim kodu yok. Dolayısıyla kim çalışan kim değil anlamanız da zor oluyor. Karşınıza daire müdürü olarak zincirli kot pantolonu ve deri yeleği ile genç bir adam çıkarsa şaşırmayın:) Gürcüler bağıra çağıra konuşmayı seviyorlar, kavga ettiklerini sanmayın, tarzları böyle sadece:)

Tiflis ve Batum’un kendilerine has, yerel mimari özellikleri var. Özellikle Tiflis gerek coğrafyası gerekse genel görünümü ile tam anlamıyla bir masal prensliğini andırıyor. Bu hissi özellikle şehre tepeden baktığınızda tam olarak hissediyorsunuz. Bizde İstanbul neyse, Gürcüler için de Tiflis o. Haliyle en çok yatırım da orada. ABD’ye epey şey borçlular maddi anlamda, öyle ki sanırım yeryüzündeki (muhtemelen) yegâne “George W. Bush Bulvarı” da bu şehirde:)

Batum'un yerel mimarisinin de kendine has özellikleri var, genelde 2 katlı olan binaların bir kısmı virane olsa da hala etkileyiciler. Bu hızlı kalkınma hamlelerinde, umarım biz de olduğu gibi, sevimsiz apartmanlarla yer değiştirmezler. Hoş, komünist dönemde yapılmış görsel açıdan çok çirkin apartmanlar da çok, ama belki de bir devrin izini yansıttıkları için görsel ve turistik imaja garip bir şekilde etkileyici katkı sağlıyorlar.


Özellikle Batum'da bolca görebileceğiniz, Sovyetler Birliği döneminden kalma apartmanlar

Batum Sovyetler Birliği döneminde Sovyet Cumhuriyetlerinin gözde tatil beldesiymiş, Gürcistan da Joseph Stalin'in vatanı olduğu için bayağı ayrıcalıklı imiş. Fakat birlik dağılınca gözden de düşmüş. Şimdi bu bölgeyi yeniden uluslararası turizme kazandırmak için zincirleme yatırımlar yapılıyor bölgede. Pek çok zincir otel şu anda Batum'da otel yapıyor. Özellikle kumar turizminden gelir elde etmek planlanıyor.


Gürcüler Türklere (özellikle Karadenizlilere) hem fiziken hem de gelenekleri bakımından bir miktar benziyor. Müslüman Gürcüler de olmasına rağmen, ağırlıkla ortodoks hristiyanlar. Aşırı derecede misafirperver insanlar, üstüne eğitimliler. Bu sonuncu özellik onların çok kısa sürede ivmelenmesinin ve belki de bizden önce AB’ye girecek olmalarının sebebi olacak sanırım:) Tıpkı Özal dönemi Türkiyesi gibi bir hayat var şu anda orada. Mutlu ama mini mini bir azınlık ülkedeki yeni girişimlerden aslan payını kapıyor, lüks içinde yaşıyor. Amerikan burslarıyla ABD’nin iyi okullarında yüksek lisans yapmış, batı tarzı hayat tarzının nimetlerini tecrübe etmiş genç nesil aynı yaşam stilini kendi ülkelerinde de görmek ve yaşamak konusunda kararlı. Aynen bizde ki gibi, gösterişli olan, “marka” olan her şeye zaafları var.

Ülke Sovyetler Birliği’nin dağılmasından sonra ciddi bir ekonomik istikrarsızlık yaşamış, yaşıyor. Sebebi, şarap dışında üretip dışarıya satabildikleri bir ekonomik kaynaklarının olmaması. Gürcü şarapları dünyaca meşhur, nitelikli şaraplar. Bu kadar güzel olmalarını biraz da ülkenin bir kısmını etkileyen yarı tropik iklim kuşağına borçlu olabilirler. Özellikle Batum bölgesinde öyle bir iklim var ki Karadeniz kıyısında olmanıza rağmen kendinizi Akdeniz ve hatta bir miktar tropik iklim kuşağında hissettiriyor. Etrafınızda sıkça göreceğiniz bambu ve devasa manolya ağaçları bu nedenle sizi çok şaşırtmasın. Hele akşamüstü saatlerinde kokularını saldıklarında neredeyse sarhoş edici etki yaratıyorlar:)

En güzel şaraplar Teliani vadisinden, en meşhur üzüm Separavi

İklimin bu özelliği yıllar önce, Sovyetler Birliği döneminde, bilim adamları tarafından ilginç bir çalışmanın başlamasına sebep olmuş. Bu çalışma sayesinde, bugün Batum’da dünyanın en büyük botanik parkı var. Parkta dünyanın dört bir yanından gelmiş, 4000’den fazla bitki ve ağaç türü bir arada mükkemmel bir uyum için yaşıyor. Bu hakikaten şaşırtıcı: Öyle bir fauna oluşmuş ki Japonya’dan gelen bir ağaç türü ile Latin Amerika’dan gelen bir çiçek yanyana varolabilmiş. Himalayalardan getirilmiş bitkiler bile vardı, siz hesap edin artık... Ben açelyayı bitki diye bilirdim, bu parkta açelyaları ağaç şeklinde görmek esaslı bir sürpriz oldu.

Begonvil değil bunlar, bizim saksıdan başka yerde görmediğimiz Açelya!

Botanik Parkı'ndaki nilüfer çiçekleri

Gürcülerin şarapları kadar gazozları da meşhur. Her türlü meyveden gazoz yapmışlar ama bir armutlu gazozları var ki tadı damağınızda kalır. Ayrıca son derece zengin ve lezzetli bir mutfakları var. Temeli bizimkilere benzeyen, ama farklı şekilde çeşnilendirilmiş, yapılmış ya da şekillendirilmiş yemekler boğazına düşkün olanlar için harika bir keşif fırsatı sunuyor.

Meşhur Gürcü Gazozları

Ihlamur Turşusu

Kurutulmuş balık

Gürcistan beni çok etkiledi demiştim ama etki konusunda son noktayı son gidişimde bolca izleme fırsatım olan Gürcü Halk Dansları koydu diyebilirim. Evet, bizler kafkas danslarına alışığız, ama böylesini eminim bir çoğunuz görmediniz, duymadınız. İnsanın tüylerini diken diken eden bir müzik, estetik ve nasıl yapılabildiğine halen şaşmakta olduğum figürler... Dansçıların beden dillerinden ve gözlerinden yayılan o çılgın enerji kesinlikle görülmeye değer.



Dansçılar çok küçük yaşlarda eğitilmeye başlanıyor. Zaten gördüğüm hareketleri başka türlü yapabilmeleri mümkün olmazdı sanırım.

Hatırlatmalıyım ki Gürcistan'a vize yok, üstelik ekonomik bakımdan ciddi şekilde bağlı oldukları Türkiye ile ilişkileri daha da sıkılaştırmak niyetinde olduklarından, 15 kişilik Türk gruplara pasaportsuz geçiş imkanı sağlayan bir kanun bile çıkarmışlar. Ayrıca Batum'da Türklerin yaptığı havalimanı her iki ülke tarafından ortak kullanılıyor. Trabzon'a uçup oradan karayoluyla Gürcistan'a geçmek de mümkün. Bize de sık sık "aradaki sınırı yok varsayın, bizi tek devlet gibi düşünün, burası sizin eviniz" diyorlar. Eee artık ne demek istediğimi anladınız sanırım:)
Batum sahilleri


3 Haziran 2010 Perşembe

BİZİ İZLEMEYE DEVAM EDİN:)

Arayı bu kadar açmak istememiştik, ama oldu bir kere. Çok hareketli bir dönem geçiyor, neyi ne zaman nasıl yapacağımızı öngöremez olduk.

Yarın akşam yeni bir seyahate çıkıyoruz, yapacağımız şey bizim için yine bir "ilk" olacak, dönüşte tabii ki tecrübelerimizi paylaşacağız. Ama gitmeden, ne zamandır hazır bekleyen bir yazımı paylaşmayı planlamıştım sizlerle. Ancak bilgisayarda karşılaşmayı beklemediğim bir sorun çıktı, koymayı planladığım fotoğrafların bir kısmını bulamadım. Şu an kafam o kadar dolu ki daha fazla arasam da bulabileceği sanmıyorm. E gezi yazısı fotoğrafsız olmaz, değil mi? :) Gönlüm elvermedi fotosuz yayınlamaya da... Üstelik seyahat için hazırlanmayı bekleyen eşyalar bizi beklerken...

Dönüşte ilginizi çekeceğinizi sandığım yeni yazıları (tabii ki fotolarıyla birlikte) paylaşacağız. O zamana kadar bizi unutmayın:)

Sevgiler.