30 Kasım 2009 Pazartesi

KÖYDE YAŞAM - ZAMAN GEÇİRME ŞEKİLLERİ


Geçtiğimiz haftasonu arkadaşlarımızla bol eğlenceli bir Abant kaçamağı daha yaptık. Daha yeni "permakültür" eğitiminden gelen arkadaşımız Berke'den gayet faydalı bilgiler edindik konuyla ilgili. Hatta ilk "kompost yapma" deneyimimize giriştik. Hiç aşı, gübre, ilaç görmemiş "süper organik" elma ağacımızın elmalarını topladık. İyi durumda olanları paylaştık, diğerlerini kompost yapımına ayırdık. Eğitim notunda yazdığına göre; "permakültür, doğal sistemlerin gözlemine dayanan, doğal bir ekosistemin istikrarına, dengesine ve dirençliliğine sahip insan yerleşimlerinin ve yaşam alanlarının tasarımı için kullanılan bir tasarım bilimi" demek.

Görünmüyor ama ağacı sallayan ağacın tepesine tünemiş olan arkadaşımız Berke:)

Kasım sonunda beklenmeyecek kadar bol güneşli, güzel bir hava vardı Abant'ta, o yüzden keyifli yürüyüşler yaptık orman içinde, renk renk yaprakların oluşturduğu halılar üzerinde.

Bu yürüşlerimizin birinde esaslı bir ders de aldık doğada nasıl davranılması gerektiğine dair: Yürüyüşe çıkarken, dönüşte güneşi kaçırmadan bahçede mangal keyfi de yapabilelim diye yürüyüş mesafesini "1 saat gidiş-1 saat dönüş = 2 saat" diye belirledik. Ormanın büyüsüne kapılmak tahmin edebileceğiniz gibi çok kolay oldu ve 1 saatin dolduğunu haber verdiğimizde ekibimizin erkek üyeleri biraz daha devam etmek istediklerini söylediler. Biz de kadın üyeler olarak "o zaman biz dönüyoruz" deyip, onlardan ayrıldık. Onlardan önce eve varacağımızdan emin olduğumuz için evin anahtarını da biz aldık.

Ve bugüne kadar hiç olmayan şey oldu: Kaybolduk... Yaklaşık bir 10 dakika sonra kaybolduğumuzu anladık, çünkü geçmekte olduğumuz yollar gelirken geçtiklerimize hiç benzemiyordu. Fazlasıyla diktiler ve ortalarında yağışlar sonucu açılmış, uzun zamandır kullanılmadıklarını ele veren, yürümeyi de hayli zorlaştıran derin dere yatakları vardı. Muhabbete daldığımız için dönüş yolunu bulmamıza yarayacak referanslara dikkat etmemiştik.

Teknik olarak kaybolmuştuk ama bu yolların hepsinin birbirlerine ve nihayette Abant yoluna bağlandığını bildiğimizden (şans 1) ve güneş de henüz batmamış olduğundan (şans 2), erkeklere söylenerek yola devam ettik:) Nasılsa yakına gidiyoruz diye ben ve Berke'den başka kimse cep telefonu almamıştı. Telefonla bizimkilere kaybolduğumuzu ve asfalta inmeye çalıştığımızı haber verdik (şans: 3). Geldiğimiz mesafeden çok daha fazlasını katederek, nihayet asfalta vardığımızda, evimizin olduğu yere takriben bir 4 km. daha uzak olan bir noktaya çıktığımızı anladık. Yine bir şans eseri olarak, Alev arabanın anahtarını yanına almış (şans 4), onlar sorunsuz eve ulaşınca arabayla gelip bizi yoldan aldı. O gelene kadar sanırım bir 2 km. de asfaltta yürüdük. Havanın güneşli olmasına güvenip yeterince kalın giyinmemiştik, güneşin son demleri sayesinde (şans 5) bir de soğuğun olumsuz etkisine maruz kalmaktan son anda kurtulduk.

İki temel kural ihlali yaptık:

1. Doğaya çıkarken plan yap, plana sadık kal (erkeklerin ihlali)

2. Şartlar gerektirmedikçe gruptan ayrılma (kadınların ihlali)

Üşüme ve kaybolmaya karşı yeterince donanımlı olmamamız da kural ihlaliydiler ama yukarıdaki temel kuralları ihlal etmesek bunlar zaten sıkıntı yaratmayacaktı (Alev "en tedbirlimiz" olarak, sırt çantasına acil ihtiyaçları zaten depolamıştı). Tabii akşamına boğazımın yanmaya, eklemlerinin kırılmışçasına ağrımaya başlamasıyla aslında üşümüş de olduğumu farkettim:) (bugün itibariyle hala iyileşmiş değilim)

Kısaca; doğada bir şeyler yapacaksanız lütfen tecrübenize, mesafenin kısalığına, havanın güzelliğine ve en önemlisi "şansa" güvenmeyin, önlemlerinizi en olumsuza göre alın.

Cumartesi akşamı ve Pazar günü "köyde vakit geçirme şekillerine" iki yeni eğlence daha ekledik:
Poker ve akrobasi.

Pokeri yıllar önce üniversitede öğrenmiş, çok keyif alarak oynamış ve sonra (her kağıt oyunu gibi) unutmuştum. Renay ve Ayşe yeşil çuhalı, markalı tam bir poker seti getirince yeniden hatırlayıp, keyifli saatler geçirmemize vesile oldular. Tabii bizi yendiklerini söylememe gerek yok:)

Çok havalı:)

Renay ve Berke "sınırları zorlama" konusunda bugüne kadar tanıdığım en iddialı insanlar. Onları görünce Alev de raydan çıkıyor. Üçü bir araya gelince bahçede "akrobasi" gösterilerinin başlaması ve yapılan her hareketten sonra daha iddialı bir yenisinin gündeme gelip denenmesi kaçınılmaz oldu. Bizler sonbaharın belki de en son güzel güneşinin keyfini çıkarırken onların çılgın akrobasi gösterilerini izledik. Fotolara bakın ama bence sakın denemeyin:)


Bu arada çantanın içindeki Alev:)


9 Kasım 2009 Pazartesi

MİM

Asortik Krep 'ten bir mim geldi, cevabını biraz gecikmeli olarak veriyorum. İşyerinde bu yıla ait kullanılmayan izinlerin bitirilmesi talimatı gelince, ben de apar topar son kalan günlerimi aldım. Hepsini yaz aylarında kullanmak istiyordum oysa. Neyse, bu da değişik oldu benim için:)

İşte cevaplarım:

Bloguna neden bu ismi verdin?

Alev de ben de balık burcuyuz, esasen “Akvaryum” ismini seçme nedenimiz bu. Alev'in bundan önce kendi adıyla bir blogu vardı, ama yazma konusunda benim kadar hevesli olmadığından sık güncellemiyordu. Öneri benden çıktı, “ben de bu işi yapayım diyorum, hadi gel, ortak tek bir blogumuz olsun, canı isteyen yazsın” dedim, kabul etti. O kabul edince isim neredeyse otomatik bir şekilde geldi aklımıza:) Bir de burçtan çağrışım yaptığından mı yoksa suyu sevdiğim mi nedir, balık severim. Yemeyi de, onunla ilgili objeleri vs. toplamayı da. Sırtım da bir balık dövmesi bile vardır, o kadar yani:)

Bloguna yazarken star tribiyle olmazsa olmaz dediğin şeyler var mı?

Blog yazılarımı “ilham” geldiğinde ve genellikle onları yayınlamadan çok önce, arka arkaya yazıyorum. O dediğim “ilham” geldiğinde aradığım, istediğim başka şey de olmuyor. Yazı yazarken yanımda içecek olması motive ediyor ama. O zaman işte, daha bir “yazar tribi” oluyor sanki:) Bu bir bardak kahve, delisi olduğum bergamutlu yeşil çay ya da son zamanlarda yeniden kavuştuğum saf yasemin çayı olabilir. Bazen de kırmızı şarap. Yazdığım yazı Alev'le birlikte yaptığımız bir şeyleri anlatıyorsa, bir de önce ona okutuyorum. Unuttuğum detayları hatırlatıyor veya "bazen şöyle desen daha iyi olabilir" şeklinde eleştiriyor.

En son satın aldığın garip şey nedir?

Garip denemez ama yaratıcı bulduğumdan ve işime yarayacağını düşünerek, D&R’dan “Intelligent Pocket” ismiyle satılan minik çantalardan aldım. Ağzı büzülebilen, içinde büyüklü küçüklü, açık ya da fermuarlı cepleri olan, makyaj çantasına benzeyen bir şey. Kullandığınız asıl çantanızın içine koymak üzere. Temel tüm ihtiyaçlarınızı (cüzdan, anahtar, makyaj malzemesi, kalem, ajanda, parfüm vs.) ona koyuyorsunuz, sonra çanta değiştirince “ay öteki çantamda unutmuşum” demiyorsunuz, akıllı cebi yeni çantaya taşıyarak tek seferde taşınma işlemini gerçekleştiriyorsunuz.

Şeker gibi olduğun anlar?

Ben deniz seviyesinde gerçekten ve her durumda şeker gibi olurum. Başka boyuta geçmiş gibi... Su bana her haliyle iyi gelir. Bol oksijenli doğa ortamları da benzer etkiyi yaratır.


Arkadaşım, artık sormayın dediğin şeyler?

Çocuk ne zaman?:)


Aynaya bakınca gördüğün?

Tüm duygularımı ele veren kocaman iki adet göz.

Kendini okutan blog dediğin?

Hayat tecrübelerini (her ne konuda olursa olsun) samimiyetle ifade eden, kendi öğrenirken başkasına da öğreten bloglar.


Bu blog sahibi-sahibesiyle karşılaşabileceğin yerler?

Her ikimiz de Ege ve Akdeniz kıyılarında, Akdeniz ve Bolu ormanlarında, dağlarda, bayırlarda, Likya yolu üzerinde, Ankara’da (özellikle United Clubs spor salonunda, , Anıttepe’deki koşu pistinde, 365’te, Tunalı Hilmi civarındaki mekanlarda, zaman zaman Sakarya’daki görünüşü köhne eğlencesi bol barlarda, Eymir Gölünde, Gelidonya Feneri, Göksu ya da Balıkçıköy restoranlarında) sıklıkla görülebiliriz.