Gezimizin 3. günü, diğerlerini bilemem ama, Alev ve benim için en önemli gündü. Senelerdir fotoğraflarını görüp, sadece resimlerdeki görüntülerinden büyüsüne kapıldığımız Gelidonya Feneri'ni bu kez kendi gözlerimizle göreceğimiz gündü bugün...
Gidilecek yerle ilgili teorik araştırma yapmayı çok sever(d)im. Gitmeden orası ile ilgili ne var ne yok öğrenip, ukalalık yapmaya yetecek bilgi ile donanmak hoşuma giderdi. Fakat son yıllarda bu hobimin yerini başka bir şey aldı: Ansiklopedik bilgilerden çok, gidilen yerin daha gitmeden ve gidip görünce bana hissettirdikleriyle kendimi donatmak ve, sağdan soldan değil, bilhassa o şeyin bana sunduklarından bir şeyler öğrenmek... Gelidonya Feneri bu konuda en uç noktadaki tecrübem oldu. Fenerle ilgili, o güne kadar bir şekilde zihnime girmiş olan bilgiler dışında, hiç bir ekstra araştırma yapmadım. Senelerdir onun silüetlerinden onlarcasını Alev ile birlikte sık gittiğimiz "Gelidonya Feneri Balıkçısı"nda gördük, her gidişimizde bu büyülü fenerle ilgili türlü muhabbeti yaptık Alev'le. Bir anlamda görücü usulü ile beğenmiştik kendisini, nasıl olupta yarimiz edeceğimizin planını yapmıştık uzaktan uzaktan:) Kısmet bu geziye imiş...
Üç tarafı denizle çevrili Türkiye'de onlarca deniz feneri vardır, ancak ben konumu ve mimarisiyle Gelidonya Feneri'nden daha güzelini ve öne çıkanını bilmiyorum (bilen varsa, benimle paylaşırsa çok da sevinirim). Oysa, deniz fenerleri dünya kültüründeki ciddi fetiş objelerindendir: Dünyanın ünlü fenerlerini ziyaret etmeyi tutku haline getirenler, delice deniz feneri objelerinin koleksiyonu yapanlar, çeşitli deniz feneri hayran grupları, hatta hayranlarının tutkularını bir nebze olsun tatmin edebilmek için butik otel konseptiyle müşteri kabul eden fenerler... Bizim kültürümüzde nedense o kadar belirgin etkileri yoktur. Oysa, karanlıkta, fırtınada yolunu yitirmiş nice denizcinin kurtarıcısıdır fenerler. Onlara bu dünyada bir şans daha verecek yolu işaretlemişler, vadelerinin henüz dolmadığını müjdelemişlerdir . Belki bu yüzden, özellikle batı kütüründe etkileri derindir.
"Gelidonya Feneri'nde güneşin batışı bir başkadır" denir, biz de bu tecrübeyi yaşayabilelim diye, Ertuğrul programı güneş batışına yakın bir zamanda Fener'e varacağımız şekilde yapmıştı. Gelidonya Feneri'ne karadan araçla ulaşmak mümkün değil. Utangaç silüetini ancak bir miktar taban teperek veya denizden görebilirsiniz. Ertuğrul, aracın gidebileceği son noktadan sonra yaklaşık 1 saat sürecek bir yürüyüşle fenere ulaşacağımızı söyledi.
Fener antik Likya Yolu (Karaöz-Adrasan Rotası) üzerinde bulunuyor. Ancak, kendisi antik bir fener değil. 1934'te yapımına başlanmış, 1936'da hizmete girmiş. Diğer taraftan, bulunduğu nokta antik dönemin en tehlikeli deniz rotasıymış. Pamfilya ve Likya ülkelerinin de bir anlamda sınırını oluşturan bu burun şiddetli ters rüzgarlar yüzünden tarih içinde yüzlerce gemi ve denizciye mezar olmuş. Bugün Bodrum Sulatı Arkeoloji Müzesi'nde sergilenen Uluburun Batığı, bölgede batmış gemilerden sadece bir tanesi... [Bu bilgileri google'dan değil, birinci ağızdan, yani Fener'in kendisinden öğrendim:)]
2. bir aracın geçmesinin neredeyse imkansız olduğu taşlık, stabilize bir yolda hayli ilerledikten sonra aracımızdan ayrıldık. Araçla katettiğimiz bu mesafe trekking ile de geçilebilir. Akşamüstü kızıllığına bürünmüş dağ yamacında, sağ tarafımızda muhteşem Akdeniz mavisi ile birlikte yürümeye başladık. Likya Yolu'nun çoğu rotasını yürüdük, bir kısmını kano ve off road ile geçtik. Hepsi birbirinden güzeldi, hepsinin sunduğu farklı bir hikaye vardı. Ancak, Gelidonya Feneri'ne yürüdüğümüz bu görece kısa rota, şimdiye kadar gördüklerimin en güzeli oldu. Bu konuda Alev de benimle hem fikir.
Bazen tasvir konusunda kelimeleri başarılı kullanamadığımı veya seçebildiğim kelimelerin gördüklerimi ve hissettiklerimi anlatmaya yetmediğini düşünürüm. İşte, bu rotada başıma gelen tam da bu oldu... Ormanda harmanlanıp, rüzgarın burnumuza taşıdığı binbir ağaç ve çiçeğin güzelim kokusu Akdeniz'in kokusuyla birleşince sarhoş edici bir etkiye sahip oluyormuş, bunu öğrendik mesela:) İnsanın "ben şimdi buradan bu denize atsam kendimi ve deniz beni yese, içine alsa , bir daha geri vermese " veya "bu ormanda, tam da bu konumda bir ağaç olsam" gibi şeyleri rahatlıkla düşünebileceği bir rota bu.
Yeşil ve MaviBir süre bu düşünceler ve manzaranın etkisiyle, yüzümde şapşal bir tebessüm ve yarı sarhoş bir ruh hali ile yürüdükten sonra, rotanın eğimi sola doğru kıvrılıp, dikleşmeye başladı. Ertuğrul bir süre tırmanacağımız bu sırtın arkasında Fener'in olduğunu söyledi. Birazdan görücü usulüyle sözlendiğimiz sevgili ile resmen tanışacak olmanın heyecanından, ben o dikçe sırtı nasıl tırmandığımı hiç hatırlamıyorum:)
Ne kadar süre geçtiğini bilmiyorum, ancak sırtın uç noktasına ulaştığımızda Gelidonya Feneri bütün zerafeti ve mahsunluğu ile karşımıza çıkıverdi. İşte, yine betimlemekte başarısız olacağım bir manzara... Oysa bu silüetin, bu manzaranın yüzlerece fotoğrafını gördüm. Ama hakikaten fotoğraflar gerçeğin sadece sembolik bir kısmını yansıtıyormuş meğerse... Uçsuz bucaksız bir doğanın en uç noktasında, denizden dik bir şekilde yükselmiş sarp kayalıkların üzerinde, kendisine Beş Adalar'ı arkadaş yapmış, yorgun ama bilge, görevini her daim hakkıyla yapmış olmanın rahatlığını yaşamakta olan bir fener... Tam da bunları düşündüm Fener'i görünce. Neden böyle hissettirdi bana bilmiyorum.
Fener'e yaklaşınca heskes çil yavrusu gibi dağıldı. Hepimizin derdi, her cepheden başka güzel görünen bu Fener'i tekrar ve tekrar fotoğraflamaktı. Bu arada güneş iyice eğilmişti, hala batmasına bir 20 dk. vardı. Şiddetli rüzgara rağmen pes etmeyip, onlarca fotoğrafını çektik Sevgili'nin.
Gelidonya Feneri'nin enerji kaynağı: Rüzgar Değirmeni
Her cephesini iyice kayda aldığımıza kanaat getirdikten sonra, Fener'in yan tarafında, bir ağacın gövdesi etrafına tahtadan yapılmış çardakta, muhteşem Akdeni güneşini uğurlamak için yerlerimizi aldık. Kızaran güneşle uyum sağlasın diye aldığımız kırmızı şarabımızı açtık. Kadehlerimizi Akdeniz'in güvenilir bekçisi Gelidonya Feneri'ne ve binlerce yıldır ışığını cömertçe bu bölgeye sunan güneşine kaldırdık. İçimden "Yaşamak, hele de bu ülkede, her şeye rağmen, çok güzel" diye geçirdim.
Her cephesini iyice kayda aldığımıza kanaat getirdikten sonra, Fener'in yan tarafında, bir ağacın gövdesi etrafına tahtadan yapılmış çardakta, muhteşem Akdeni güneşini uğurlamak için yerlerimizi aldık. Kızaran güneşle uyum sağlasın diye aldığımız kırmızı şarabımızı açtık. Kadehlerimizi Akdeniz'in güvenilir bekçisi Gelidonya Feneri'ne ve binlerce yıldır ışığını cömertçe bu bölgeye sunan güneşine kaldırdık. İçimden "Yaşamak, hele de bu ülkede, her şeye rağmen, çok güzel" diye geçirdim.
Çardak altında güneşi uğurlarken
Sevgili...
15 yorum:
Gerçekten de ne kadar mütevazı, zarif ve sükunet içinde duruyor Fener. Dilsiz ama ne çok şey anlatıyor bir yandan da.
Güzel bir hafta olsun bugün hepimiz için.
Pisikopaticiğim, ben de benzer şeyler düşündüm. Bir de anlattıklarını dillendirebilseydi...
Sana da canım.
Gelidonya Feneri gerçekte çok güzel bir konumda, gelen geçen biz gezginleri yıllara inat selamlıyor..Sizede geçtiğimiz salı selamlarını iletmemi istedi.. Kendisi ile fazla zaman geçiremedik adrasan'ın hırçın dağları beni yorduğu ve havanında akibeti ile susuz kaldığım için..Bu sebeple Fener'de ancak 15 dakika gibi kısa bir dinlenme molası verebildim.
Kısa ama güzel bir gezi oldu benim için... bir heves gittiğim likya yürüyüşüne ancak olimpos - adrasan, adrasan - karaöz etaplarını geçebildim. Ama burada bitmedi...kalan etapları daha güzel bir ayda yürüyeceğim...Bu aylarda sırtta 20kg civarı bir yükle yürümek gerçekten zor oluyormuş...
şahane bir yazı ve fotoğraflar,
biz likya yolunu keşfe çıktığımızda senden bir rota istesem verirsin değil mi sevgili Başak?
Sevgili Kadir;
Seyhatinin ve yürüyüşünün güzel geçmesine sevindim. Fener'in selamını alıyor ve bir daha gidecek olana benden de selam gönderiyorum.
Haklısın, Fener bölgesi çok rüzgar alıyor. Nitekim o gün ince veya şort giymiş 4-5 arkadaşımız üşüdükleri için çok kısa süre kalabildiler orada. Biz sanırım dağ tecrübeleri nedeniyle tedarikliydik, epeyce vakit geçirebildik.
Hiç dert etme kısa rota yürüdüğün için. Bunun önemi yok. Ben ömrüm ve imkanım yettiği sürece tekrar ve tekrar yürümek niyetindeyim bu yolu, bana tarifsiz bir keyif veriyor.
Sevgili Kek ve Kahve;
Lafı mı olur, zevkle... Naçizane tavsiyede bulunurum. Gerçi emin ol, hiç bir rota seni hayal kırıklığına uğratmayacaktır. Bu yolu Garanti Bankası'nın sponsorluğunda açıp, işaretleyen Kate Clow'un Likya Yaolu diye rehber bir kitabı da var, içinde haritasıyla birlikte. Onu da ayrıca tavsiye ederim. Tabii bu yürüyüşleri genelde acentalar organize ediyor, haritaya ihtiyacın olmayabilir, ama neyin nerede olsuğunu görmek ve gidilen yerleri işaretlemek açısından iyi oluyor.
Yazını okurken fotolar hemen altta dır diye hızla okuyup fotolara ulaşmaya çalışıyorum,ama yazıları oku oku foto yok valla o kadar heyecanlandım ki hemen aşağı indim ve yazın bitmeden gördüm feneri.Adalarla olan foto yağlı boya tablo gibi muhteşem.
Yok yok heyecanını çok iyi duyumsadım ben,hatta sanki yanıbaşımda anlatıyormuşsun gibi hissetttim.
Mükemmel bir post olmuş bu....
Perili Köşk'üm, çoook teşekkür ederim, eğer o hissi bir praça yansıtabildiysem ben de memnun olacağım.
Kate Clow'un Likya Yolu listeye alındı.
şimdi acentalı mı tavsiye edersin, acetasız mı?
Sevgili Yavaş Yavaş, biz hep bir rehberle yürüdük Likya Yolu'nda. Rehber şart mı dersen "şart" diyemem, yollarda işaretler var, fakat daha yüksekteki rotalarda taşlardaki işaretler bazen uzun aralıklı ya da silinmiş olabiliyor. İyi harita okuyan biri için bunlar da sorun değil. Yani rehberli de rehbersiz de olur.
Yavaş yavaş, ben Kate Clow'un kitabını tavsiye etmiyorum. Öncelikle kitap bayağı eski esasında. Rota ilk açıldığı, işaretlemelerin ilk yapıldığı zaman yazılmış. Bugün o bölgeyi çok iyi bilen ve sürekli yürüyen insanlar KC'un belirlediği yolun bazı hatalar da içerdiğini söylüyorlar. Likya Yolu etrafında yaşayan doğa severlerin, doğa turizmi yapan insanların bir misyonu da bu yolu her yıl tekrar işaretlemek olduğu için rotayı en iyi bilenler onlar. Şahsen ben KC'un kitabındaki haritalardan verim alamıyorum. Fakat metinlerdeki su kaynakları, manzara, yerleşim yerleri vs. gibi bilgiler faydalı oluyor. Eğer kısıtlı zamanda kısa rotalar yapmaksa amaç yerel veya bölgeyi bilen bir rehberle gitmek mantıklı. Örneğin Kaş'da dragoman. Yok eğer uzun soluklu bir solo keşifse gönülde yatan, oturup çok yönlü iyi bir ön araştırma yapmak bu tür maceraların olmazsa olmazı zaten.
Alev'in dediği daha doğru, ona inanın, çünkü ben haritayı onun gibi okuyamam:)
Sevgiler,
Benim için Aşk Feneri onlar...
Nedenini bilmiyorum ama müthiş sevgim var.Demekki yalnız değilmişim bu konuda.Okurken heyecanlandım.
Sevgili Alev; gerçekten yalnız değilsin:) Bana da bu merak deniz feneri hastası olan yakın bir arkadaşımdan geçmişti. İflah olmaz, zararı yok ama:)
Yorum Gönder