12 Temmuz 2009 Pazar

NAİROBİ'DE 24 SAAT - 2

Nairobi hakkında internette yapacağınız ufacık bir araştırma sonucu ilk elde edeceğiniz bilgilerden biri (Tanzanya’nın tersine) suç ve hırsızlık oranlarının yüksekliği olacak. Hele de “turist” iseniz... Hatta olaya daha esprili yaklaşanlarca şehre verilen isim “Nairobbery”:) En popüler turist soyma yöntemlerinden birinin, taksi şoförü gibi davranan kişilerin turistleri şehrin arka sokaklarına götürüp, sonra “kaybolduğunu ve yolu birilerine sorması gerektiğini” söyleyerek aslında anlaşmalı olduğu birilerine yanaşması ve bu birilerinin yolcuyu soyması olduğunu, daha bu ülkeye gitmeden, nette yaptığımız araştırmalardan öğrenmiştik.

Son gece bizi Tanzanya’dan Nairobi’ye getiren ve bir miktar saf olduğunu sonradan anladığımız genç şöförümüz Didas da akşamın kör vakti, hiç sokak aydınlatması olmayan sokaklarda (Söylemiş miydim?: Afrika şehirlerinde bizim anladığımız anlamda sokak aydınlatması yok. Nairobi’de dahi, kendi önünü haklı güvenlik endişeleri ile aydınlatmış bazı şirket binaları ve evler dışında, özellikle arka sokaklar zifiri karanlık oluyor güneş batınca) kaybolduğunu ve yolu birilerine sorması gerektiğini söyleyince, tüylerimiz boşu boşuna dikilmedi yani:)

Daha önceki Tanzanya yazılarımda, son gün karayolu ile Tanzanya’dan tekrar Kenya’ya dönerken yolda kalış maceramızı yazmıştım. Bu 3,5 saatlik mecburi rötardan sonra bize Arusha’dan yeni gönderilen araç ve şöför [kendileri işte bu kaybolan Bay Didas oluyor:)] ile hayli yorgun, acıkmış ve geç bir saatte varabildik Nairobi’ye.

Tabii Didas’ın kaybolduğunu söylemesiyle hepimizin kafasında , gelmeden öğrendiğimiz bu malum soygun senaryosu canlandı. Hele ki yol sorduğumuz ilk adam sarhoş çıkıp, bir de yolu tarif etmek için arabaya binmekte ısrar edince, itiraf etmeliyim, epeyce tırstım. Sert müdahale ettik Didas’a, o adamı ve başka kimseyi araca alamayacağını söyledik. O da “tamam” dedi, fakat beş dakika geçmedi ki kırmızı ışıkta durdurduğu arabayı çalıştıramadı ve aracın bozulduğunu, bu sefer de bir tamirci bulması gerektiğini söyledi. Eh yani, bu durumda hala bir soygun senaryosunun ortasında olmadığımıza kimse beni inandıramazdı. Neyse ki Alev, Ertuğrul ve Renay araba konusunda bilgililer. Didas’ın ipiyle kuyuya inmektense, önce biz neler yapabiliriz bakalım dendi. Nitekim, böyle durumlarda olası arıza ihtimalleri üzerince tartışıp, kısa sürede arızanın kaynağını buldular ve arabamız tekrar çalışmaya başladı. Ben içimden “Evet işte Didas Efendi, soygun planlarını yemedik, bizi soymak o kadar da kolay değil” diye geçirdim [kısa süre sonra bu düşüncemden utanacaktım tabii:)]. Sonra Renay’ın aklına taksi durağından taksi çevirmek ve yolu onun eskortluğunda bulmak fikri geldi.

Şanslıymışız: bir durak ve durakta bekleyen bir taksi bulmak fazla zamanımızı almadı, şöföre 10 $ verince, bizi son gece programımız olan, Afrika’nın en meşhur ve en büyük restoranı ve gece klübü olan Carnivore’ye götürmek için eskortluk yapmaya razı oldu.

Bizim için geç ama Carnivore müdavimleri için makul olan bir saatte restorana yorgun, bitkin ve deli gibi aç olarak ulaştık.

Biz koşar adım restorana girerken Didas’ın titrek bir sesle Ertuğrul’u çağırdığını duyduk. 10 dk. sonra geri gelen Ertuğrul, Didas’ın neredeyse ağlayarak, bu olanları patronu duyarsa onu kovacağını, bu işe çok ihtiyacı olduğunu ve patrona onu şikayet etmemiz için adeta yalvardığını söyledi. Neticede Didas’ın "yalancı" değil, sadece "saf" bir arkadaşımız olduğuna ikna olduğumuz için, onun ricasına uygun davrandık.

Carnivore gerçekten çok şık, çok büyük, çok havalı bir mekan. En önemli özelliği restoranında çok çeşitli et servis edilmesi ve masadaki bayrağınızı “ben pes ettim” anlamında indirmedikçe, et servisinin siz çatlayana kadar devam etmesi... Biz gelen hiç bir eti reddetmedik, bu nedenle hayatımızda ilk defa devekuşu, deve ve timsah eti de yedik. Açıkçası, bugüne kadar bu etleri yememiş olmak büyük bir kayıp değilmiş, yokluklarını ve lezzetlerini aramayacağımdan eminim. Merak edenlere söyleyim: Timsah eti balık eti gibi görünüp kokuyor ama tadı gayet yavan tavuk etine benziyor:) Yalnız, gruba hiç de yakışmayan bir şekilde, bayrağımız erken indi. Yorgunluğumuza vererek teselli ettik kendimizi:)

Carnivore'deki çeşit çeşit et işte bu devasa ızgarada pişiyor

Programımız bu kadar sarkmamış olsaydı, biz ayrılırken daha yeni hareketlenmeye başlamış gece klübüne de bakardık ama aşırı yorgunluk ve bir sonraki günün sabahı başlayacak uzun dönüş yolculuğu nedeniyle , Kenya’daki son gecemizi geçirmek üzere otelimize döndük.

Ertesi sabah Afrika'ya "I'll be back soon, I swear baby" diyerek veda ettik:)



Sana kırmızı çok yakışıyor :)

8 yorum:

pembecikolata dedi ki...

Yazdıklarınız o kadar ilginç ve eğlenceli ki:) Neden daha önce size uğramamışım...
Fotoğraflar harikaaa...
Başak Hanım Teşekkürler:)

Basak dedi ki...

Sevgili Pembeçikolata;

Çok naziksiniz , çok teşekkür ederim. Bu vesileyle, tanıştığımıza sevindim:) Sevgiler

afrodelfino dedi ki...

Güçlü olsaydı da bayrağı erken çeker miydiniz merak ettim şimdi:)

Ne iyi etmiş de gitmişsiniz oralara Başakcım, gitmiş görmüş kadar olduk biz de sayenizde!

Basak dedi ki...

:))) Yok Afrocuğum, o şartlarda Güçlü'nün performansı da düşük olurdu derim ben:))

cakiltasi dedi ki...

haha çok alem olmuş. ben de ne senaryolar yazardım kimbilir:) dün de haberlerin az buçuk bi bölümünde erman toroğlu çıkmış. tanzaya'dan kenya'dan bahsediyordu. gitmiş filan da. ben o sıra yumukla mücadele içindeydim. çok ne dediğini dinlemedim. ama kenya, tanzanya lafını duyunca sizin gezi aklıma geldi:)

Basak dedi ki...

Çakılım Erman abimiz VIP bi organizasyonla gitmiştir, steril steril takılmıştır:)

Adsız dedi ki...

way canına ..en çok gitmek istediğim yere gtmişsiniz..ama hrşeye rağmen hala nairobi devlet üniversitesini istiyorum :) sizin yolculklarınız bi hayli maceralıymş :D

Basak dedi ki...

Sevgili Adsız, her durumda git derim; okumaya ya da gezmeye...