12 Kasım 2014 Çarşamba

MADRİD - 3

Bana kalırsa Madrid’in en güzel günü pazarları!!!  Kendi ülkemde, nerede olursam olayım,  bunun tersini düşünürüm oysa: Pazar günlerini sevmem. Oysa Madrid’e Pazar gününün  çok yakıştığını düşündüm. Madrid bir insanın kafasındaki “Akdeniz şehri” hayalini, denizi olmamasına rağmen, tam olarak yansıtan bir şehir. İlginç bir enerji bu. Işığın konumundan mı, binalarından, insanlarında mı, bilemiyorum. Doğrusu, denizi olmayıp da insana bu kadar enerji ve Akdeniz coşkusu veren başka şehir var mı, bilmem.  Pek çok fenomen ressam bu ülkeden çıktığına göre, kesin bu ülkede, bu şehirde böyle ilginç bir tılsım var!  

Binalar renk renk...

Otelimizdeki kahvaltıdan sonra otobüse atlayıp yine Puerta Del Sol’e (Güneş Meydanı’na) gidiyoruz. Şehrin görmeye değer tüm tarihi, sanat ve eğlence mekanlarına buradan kısa sürede ulaşmak mümkün çünkü. Öğleden sonra Alev’in su topundan, ilk gençlik günlerinden bir arkadaşıyla buluşacağız. Kendisi, Katalan eşi ile birlikte Barselona’da yaşıyor.  Sabah için programımız başka: Bugün bit pazarı günü.  Madrid’in meşhur ve en büyük bit pazarı El Rastro’ya gideceğiz. El Rastro upuzun bir sokakta Pazar günleri açılan ve aklınıza gelecek her şeyi satan tezgahlardan oluşan, cıvıl cıvıl bir bit pazarı. Benzetmek gerekirse, Ankara’daki Selanik Sokak veya İstanbul’daki Ortaköy gibi. Ama tabii şehrin sanat ve hoşgörü dolu enerjisi, esasen özel ilgi duymadığımız bit pazarı konseptini dahi gözümüze pek hoş gösteriyor. Bir defa öğlene doğru tüm şehir Pazar sabahı mahmurluğunu atmakta iken, sağdan soldan yükselen canlı müzik sesleri içinizi yaşam enerjisi ve mutlulukla dolduruyor. Kısa sürede geçtiğimiz her köşe başında klasikten caza, etnikten flamenkoya, bir şeyler çalan irili ufaklı orkestraların yer almaya başladığını görüyoruz. Şehir sanki açık konser salonu… Bu işi yapan insanların kostümlerine ve hatta makyajlarına gösterdikleri özen ise yaptıkları işi ne kadar sevdiklerini kanıtlar gibi… Geri planda sürekli değişen melodilerle El Rastro’nun keyfini çıkarıyoruz böylece. 


El Rastro'da niye bu kadar gaz maskesi vardı acaba?:))


Bit pazarı gezintimiz bitince,  her biri bir tabloya konu olabilecek güzellikte, pencerelerinden petunyaların, sukkulentlerin sarktığı taş binalardan ve paket taşlı yollardan oluşan dar sokaklara dalıyoruz. Geleli 24 saati ancak geçti ancak Madrid’in her bir sokağının sürprizlerle dolu olduğunu anlamak için gayet yeterli bir süre. Bu insanlar için sanat, estetik hayatın içine geçişmiş adeta. Yaşamın doğal bir unsuru (öyle zaten ama bazı kültürler bu doğayı reddetmekte pek ısrarcı:(. Binaların mimarisinden, sokak-cadde tabelalarından, mekanların ve hatta vitrinlerin dekorundan, ufacık bir mahalle berberindeki eşyaların yerleştirilişine kadar,  her yerde sanatsal bir estetik söz konusu. Hal böyle olunca sokaklarda aylak aylak gezmek bile büyük zevk. Fotoğraf merakınız varsa, Madrid’de foto serisi yapabileceğiniz çok fazla malzeme var: Mesela porselen, seramik veya dökme demirden yapılmış, her biri tablo gibi sokak-cadde tabelaları, inanılmaz bir el işçiliğini yansıtan bina ve apartman kapıları veya her birini ayrı bir sokak ressamının boyadığı dükkan kepenkleri… 


Bu bir balıkçının kepengi...



Bu da bir erkek beberinin:)) 

Bu ise unisex bir mahalle kuaförünün girişi... 


Kendimizi kaybetmiş şekilde bu detayları incelerken, bir yerden Pazar gününe çok uyan, tatlı bir klasik müzik sesi gelmeye başlıyor. Canlı, oda müziği sesi bu. Sesi takip edip, kısa sürede sesin kaynağını buluyoruz: Cafe Victoria (veya tam İspanyolca adı ile Espacio Cultural La Victoria. İçerideki yüksek tavanın kirişlerinden birinin üzerindeki yazıdan da anlaşılacağı üzere, basbayağı 1914’ten beri hizmet veren bir mekan burası. İçeride yaşlarından henüz üniversite öğrencisi oldukları hemen anlaşılan 4 kişilik bir yaylı sazlar orkestrası enfes klasik müzik parçaları çalıyor. Tatlı bir hipnoz etkisiyle oturduk bir masaya ve konserleri bitene kadar da o hipnozun etkisinden çıkamadık. Kendi ülkemizde böyle bir kafe hizmetine alışık olmadığımızdan herhalde, yüksek tavanlı taş bir binada, size 10 adım mesafedeki bir orkestradan yemek yiyerek, içeceğini yudumlayarak veya kitabını okuyarak klasik müzik dinlemenin verdiği keyif bizi resmen hipnotize etti. Sanırım hayatımızın en unutulmayacak, en tatlı anlarından birini kaydetmiş olduk böylece kişisel tarihimize de:) 

1914'ten beri orada: Cafe Victoria 

Hiç yorum yok: