Ahmet Amca ve eşinin birbirlerine sürekli “hayatım, canım, tatlım” diye hitap etmeleri dikkatimizi çekti. Espriyle karışık sorduğumuzda, "bizde eşler kıymetlidir” dedi. Dikkatinizi çekerim: “kadınlar kıymetlidir” demedi, “eşler kıymetlidir” dedi. Bu sıradan gibi görünen ifade, bana kalırsa aslında çok daha derin, farkındalıkla söylenmiş bir felsefenin yansımasıydı. Sonraki günler köyde tanıştığımız diğer çiftlerin de birbirlerine içtenlikle bu şekillerde hitap ettiklerini, hatta 2 saatlik bir kamyon seyahatimizde eşlerin birbirlerinin ellerini bir an bile bırakmadıklarına şahit olduk. Cinsiyet ayrımı yok, “insana” kıymet veriyorlar, yaradanın eseri oldukları için... Hayat, insan, doğa sevgisi ve misafirperverlik bu insanların genetiğinde kazılı, ne yapsanız değişmez. Ankara’da nedense çoğu caminin kapısında “İçki bütün kötülüklerin anasıdır” diye bir yazı vardır. Antalya bölgesinde yollardan geçerken gördüğümüz camilerin hepsinde ise şu yazı vardı: “Eşlerinizi sevin”:)
Bugünlerde, hele de Türkiye’de yaşıyorsanız, ne yaparsanız yapın, zaman zaman “herşeyin kötüye gittiği” düşüncesine kolayca kapılabiliyorsunuz. Kapılmamak için yapılacak şeylerden biri de yolunuzu bu köye, bu bölgeye düşürmek olabilir. Yıllardır ısrarla karartılmaya çalışılsa da, hala parıl parıl parlamaya inat ve devam eden Anadolu aydınlığından bir parçayı orada göreceksiniz. Biz bu şirin cennette medeniyet, huzur, toplumsal barış ve ne olursa olsun tükenmeyen bir yaşam ve insan sevgisi gördük.
Otelimiz yerli turistlerin az bildiği bir mekan: 16 dönümlük, ormanı dahi olan, binbir çeşit bitkinin fışkırdığı bir arazi içinde. Sahipleri köyün yerlisi olan Şükriye hanım ve Avusturyalı (ama artık Türk olmuş) eşi Bernard.
Hemen odalarımıza yerleşip, antik Likya’nın en güzel şehirlerinden biri olan Arykanda’ya doğru yola çıktık. Arykanda Likya dilinde "yüksek kayalığın yanındaki yer" anlamına geliyormuş (bkz: Likya -Cevdet Bayburtluoğlu - Suna & İnan Kıraç akdeniz Medeniyetleri Araştırma Enstitüsü). Likya’nın hali vakti yerinde, bu sebeple eğlence ve keyfe diğer komşularından daha fazla düşkün olmuş kentlerinden biri. Kent sakinlerinin ağızlarının tadını bildiğini, şehrin kurulduğu lokasyondan ve devasa sosyal tesislerinden kolayca anlamak mümkün. Ancak, ne kadar zevk ve sefa düşkünü olmuş olsalar da, Likya halkına has belli karakter özelliklerinden sapmadıkları ortada: Şehir, diğer Likya şehirleri gibi, yine gayet dik bir yamaca kurulmuş, taraçalar üzerinde yükseliyor.
Arykanda tiyatrosu ve ortaoyuncuları:)
Herzamanki gibi objektif ardında bir Alev:)
Bilir misiniz bilmem, Likyalılar gururlarına, onurlarına çok düşkün, sert ve inatçı karakterli, buna rağmen asla savaşçı ve istilacı olmayan bir halktı. Fakat, yurtlarına el uzatıldığında, en amansız savaşçı ve direnişçilere dönüşürlerdi. Tarihlerinde, bir kaç kez, şehirlerini istiladan kurtaramayacaklarını anladıklarında, agorada toplanıp çoluk çocuk topluca intihar etmişlikleri vardır.
Antik dönemde istilalar genelde denizden geldiğinden, güvenlik sebebiyle şehirlerini dağların tepelerine kurmuş olmaları gayet mantıklı. Ancak, sanki biraz abartmışlar. Bugüne kadar gördüğümüz tüm Likya şehirleri bana böyle düşündürdü. Binlerce yıl öncesinin (ulaşımdan tarıma, iklimden su taşımaya) son derece kısıtlı imkânları da dikkate alınırsa, bu insanların gerçekten zoru seven, hatta neredeyse bundan garip bir zevk alan tipler olduğunu düşünmemek imkansız:) Likya kültürünü bir burç olarak tasvir etmeniz istense [benden başka kim ister acaba?:)], kesinlikle bir oğlak burcudur derdim. Yalnız, mağrur, zirvelere ne pahasına olursa olsun tırmanmaya ve orada kalmaya adanmış... Şehir öyle dik ki, korunma amaçlı sur yapmaya dahi gerek duymamışlar... Ekip olarak bu güzel şehri adeta “tırmanarak” gezerken kendilerinin ruhlarını da epeyce yadettik:)
Arykanda ahalisi , turist görünce pek sevindiler:)
Arykanda'yı şimdi görürseniz, bundan 170 yıl öncesinde tamamen toprak altında olduğuna inanmanız da mümkün olmayacaktır. O arada başka neler yapıldı henüz bilmiyoruz. Bildiğimiz, şehrin 1970'lerin başından bu yana bir başka Likya aşığı olan Cevdet Bayburtluoğlu ve ekibi tarafından kazıldığı ve bu özverili çalışma sayesinde yaklaşık 30 senelik bir süre içinde, 100 yıla yakın zamandır kazılan Efes ve Bergama ile yarışacak düzeye gelmiş bir kent görünümünde olduğu. Biz kente girerken Cevdet Hoca'yı arabasıyla çıkarken gördük. Kendisini bizlerin Likya kültürünü tanımasına adamış, bu uğurda ciddi emeği geçmiş bu değerli insanı saygıyla selamlıyoruz.
9 yorum:
abi, köyde insanların bilge olduğu tamam ama ilk fotoya baktığında insan Ahmet amca'nında organik olduğuna kâni oluyor. Katkısız bi abi.:))
:))))) evet tamamen saf haldeydi Abi'cim:) Bir de çivit mavi gözleri ve Atatürk kaşları vardı ki... Yaratan uzun ömür versin ona...
harika..
okurken bulunduğum ofisten uzaklaştım, yanınıza geldim sanki!
Sevgili Iraz, sesini duymak güzel... Sevgiler
Gecen sene Likya yürüyüsüne seçilip, keneden dolayı vazgeçen ben, bu yazıyı okurken kıskandım.
Kene korkulmayacak bir şey değil hakikaten ama çiftlik hayvanlarının olmadığı yerlerde , mesela likya yolu'nda, öyle bir risk olduğunu sanmıyorum.
Arykanda'yi ilk Kas'ta yasayan dayimla gezmistim. O zamanlar rehberlik yapiyordu ve buyulenmistim Arykanda'dan. Bu kadar guzel ve gizlenmis bir oren yeri olabilir.
Yürüyüşüme başlamadan önce yeni yazınızı eklemeniz benim için çok iyi oldu. Şimdi daha farklı bakacağım Arykanda'a..
Brajeshwari@ korkutmayınız lütfen bizleri..
Kene konusunun nedense biraz fazla abartıldığını, önlemlerin alındığı sürece bir sıkıntı yaşanmayacağını düşünüyorum.
Emrecim galiba tüm Likya şehirleri o tanımına uyuyor:)
Kadir çok sevindim yetişebildiğime:) Bu mevsimde yürüyüş için tavsiyem (keneye karşı ne olur ne olmaz diye), pantolan ve çoraplı yürünmesi. Yine de çiftlik hayvanlarının olmadığı yerde olmadığını düşünüyorum.
Yorum Gönder