25 Kasım 2011 Cuma

YILLARDIR GİTMEYE KORKTUĞUMUZ BİR EFSANE: BODRUM - I



En son 2005'te gitmiştik Bodrum Yarımadası'na. Yarımada dedim çünkü, Bodrum şehir merkezine en son 2002'de gittim. 2005'te gittiğimiz yer, Yarımadanın Gökova tarafında kalan, en bakir yerlerinden Mazı Koyu idi. Hala o kadar bakir midir bilmem, çünkü yöneticilerimiz ve gözü dönmüş inşaatçılar memlekette bir karış yeşillik ve doğa parçası bırakmamaya yemin halde her yeri son hızla talan etmekte...

Bodrum'a daha sık giden insanlardan duyuyorum "Bodrum'da hala bakir yerler var" lafını, ama oralara giderken bile maruz kalınacak trafik  ve kalabalık gözümüzü korkutuyor kesinlikle, her sene son anda tatil rotasından yine çıkıyor Bodrum bu nedenlerle. Şunu da düşünmüyor değilim: Yaşamak için hala tercih ederdim gibi geliyor Bodrum'u, çünkü bu tip yerler kış ve bahar aylarında şahane olur, yazları da, pek çok yaşayanın yaptığı gibi, inzivaya çekilirsiniz, olur biter...

2011 tatil programımıza arkadaşlarımızın daveti üzerine aldığımız Bodrum, bizi hiç şaşırtmadan, dehşet bir kalabalık ve beton yığınıyla karşıladı bizi. Henüz çok katlı yapılar boy vermediği için (yakında olacak, çünkü bildiğim kadarıyla bu yasak da kaldırıldı Bodrum'da), tek veya iki katlı yapılar tarlalar misali her yeri kaplamış, bu görüntü Kuşadası'ndaki beton mezarlığı haline gelmiş sahil şeridini hatırlattı bana. Demek Bodrum'da Kuşadası'nı kendine örnek almış...
İçimiz sıkıla sıkıla Bitez'e geldik. Neyse ki biz karada değil, denizde ikamet edeceğiz 2 günlük Bodrum kaçamağımızda. Arkadaşlarımız Tula-Gonca ve Mehmet bizi Bitez açıklarında demirli tekneleri Jasmin'de ağırlayacaklar.
Bitez'de denize ulaşmamız da gayet zor oldu, bahsettiğim kalabalık ve bize karmaşık gelen sokaklar, binalar vb. yüzünden. Park yeri bulmak epeyce vaktimizi aldı. Nihayet sahile uşatığımızda, iğne atsan yere düşmeyecek bir "insan-tesis-bina" yoğunluğu arasından, kıyıya zorlukla ulaştık. Aynı şekilde, bizi tekneye götürmek için botla kıyıya gelen Tula da yanaşabileceği uygun bir yeri güçlükle buldu. tüm kıyıyı "beach club" lar, onların yokluğunda şezlong-şemsiye kiralayanlar kapatmış.
Bu karmaşa tekneye ayak basar basmaz kayboldu tabii. Tekne, Alev ve benim için hayalini kurmaktan hiç vazgeçmediğimiz bir fantezi. Ankara'da yaşadığımız için bu konuda somut adım atamasak da,  "bir yaşam biçimi" olarak tekne hayatı ve denizcilik bizi her zaman cezbetti. O yüzden çocuklar gibi şen bir şekilde bindik tekneye. Kıyıdaki bina kirliliği, belki de  manzaramız  Bodrum'un en eski ve Bodrum doğa ve mimarisiyle  en uyumlu sitesi Aktur - İnceburun'a baktığı için, daha az rahatsız edici hale geldi. Zaten, teknede olmanın heyecanıyla, çevresel eleştirileri unutuverdik.

Zaten 2 gün sürecek Bodrum tatilimizin odak noktası, Bodrum'dan ziyade, tekne ve deniz... Geçen yıl Alaçatı'da Jasmin'de konaklamıştık, ama o zaman fırtına yüzünden açılamamış, marinada bağlı halde tatmıştık ilk kez teknede konaklama heyecanını...
Tekne çok ilginç bir dünya: Aslında fiziksel olarak küçücük bir yaşam alanı, ama deniz üstünde olduğunuz için zihinsel ve ruhsal olarak kapladığınız alanın sınırı yok... Hatta tüm duygular deniz dalgaları gibi, bol ve basınçla doluyor gibi içinize:)  Tula ve eşi Gonca 25 yıldan fazla süredir usta birer denizci, sörf yaparak başladıkları yelken maceraları, kayık ve gelip giden 5-6 yelkenli tekne ile bugünlere kadar devam etmiş.  güzel kızları Yasemin ve sevimli köpekleri Miço'da tekne personelinden. Mehmet de tam bir deniz adamıdır, zaten uzun yıllardır dalgıçlık yapar. Bir kaç yıl önce yelken işini ciddiye alıp, sağlam bir eğitimle o da gayet iyi bir yelkenci oldu.

Yelkencilikle ilgili epeyce kitap okuduğumuz için, bir teknede nasıl davranılması gerektiğine dair  "temel kurallara" hakimiz: Öncelikle, bir teknede bir tane kaptan olur ve onun dedikleri itirazsız yapılır. Egonuz fazla kuvvetliyse, bu sizi biraz gerebilir. Ama, bu ihlali halinde, vahim sonuç doğurabilecek kadar önemli bir kuraldır ve uymanız gerekir. Alev, Suat ve ben bu aşamada "miço"luktan daha fazlasını haketmiyoruz, o yüzden Kaptan Tula ve, onun yokluğunda, 2. kaptan Mehmet ne derse, onlara harfiyen uyuyoruz. Çok da zevk alıyoruz.  2. kural, bir teknede herşeyin yeri belli olmalıdır, tekne de bu nedenle her zaman düzenli olmalıdır. Dolayısıyla, dağınıklık olmamalı. Bu,  sadece yer darlığı ve hareket sorunu yarattığı için değil, biraz dalga çıktığında oraya buraya fütursuzca saçılmış eşyaların bir anda canınıza kastedebilecek nesnelere dönüşme riski olduğu için.  Yine, teknede su kaynakları kısıtlı olduğu için, su kullanımı konusunda hovardalık yapmamak gerekiyor. Jasmin, 11 metre boyunda, 3 kamarası olan,sahiplerinin titizliği ve ona gözleri gibi bakmaları nedeniye adı gibi güzel, bakımlı bir tekne.


Sağda Kaptan Tula, solda 2. Kaptan Mehmet:)
Birinci ağızlardan bol bol dinledik, zaten bu konuda okuduklarımızdan da gayet iyi biliyoruz: Ne kadar havalı ya da romantik görünürse görünsün, fiiilen teknede olmak ve yaşamak her yiğidin harcı değil.  Gerçek yelkencilik ve denizcilik bambaşka bir şey.  Türkiye'de son yıllarda tekne satışlarında patlama yaşanıyorumuş, ama bunların çoğunu motoryatlar oluşturuyor, ayrıca alınan teknelerin çoğu marinalardan, veya civardaki küçük koylardan çıkmıyor. Yani açık denizde hayat nasıldır, bunu A'dan Z'ye bilen, bire-bir yaşayan az insan var. Tula ve Mehmet bunlardan biri.

Jasmin aslında Alaçatı Marina'da bağlı. sürekli hava durumunu takip ettikleri için, ertesi gün başlayacak ve bir kaç gün sürecek fırtına nedeniyle tekneyi bir an önce Bodrum'dan Alaçatı'ya götürmek istiyorlar. Yola bir gün sonra çıkacaklar, o yüzden bizim tekne misafirliğimizin süresi kısa olacak. Şaka değil bu, fırtına...