27 Ocak 2010 Çarşamba

ALAÇATI'DA YENİ YIL

2010 yılını Alaçatı'da karşıladık biz. Senelerce gitmeyi düşünmediğimiz Alaçatı ve Çeşme Yarımadası'nı 2009 yılı içinde iki kez ziyaret etmiş olduk böylece.
İkisi 60 yaş üstü toplam 10 yetişkin, 3,5 yaşında dünyalar tatlısı bir çocuk ve dünyanın en bilge köpeğinden oluştu bu kez tatilciler. Seneler içinde farklı yerlerde dere tepe düz gitme, yeme-içme ve sınırları zorlama konusundaki fantezileri birlikte gerçekleştirdiğimiz dostlar onlar. Bazılarını önceki yazılarımızdan biliyorsunuz. Ortak özellikleri doğa içinde olmayı sevmeleri ve şekil kaygısı taşımamalarıdır. Bu ekipte her şey "okey" dir, kimse kimseye bir şeyi neden yapmak istediğini ya da istemediğini sormaz. Yapmaya zorlamaz. Buna rağmen ekibin ortak hareket kabiliyeti de şaşırtıcı derecede yüksektir. "Rahatlık" sanırım bu dostlarla geçirilen zamanın özetidir.

Arkadaşlarımızın ailesine ait çok güzel bir taş evde kaldık. Ev sahiplerinin niyeti yakın zamanda bu evi bir butik pansiyona dönüştürmek (o zaman buradan sizleri haberdar edeceğim), ama sağolsunlar bizleri geçen sefer olduğu gibi bu kez de "misafir" olarak kabul ettiler.


Kaldığımız ev tipik bir Alaçatı eviydi. Sahiplerinin zevkini yansıtan, sıcacık, çok keyifli bir mekan.

Hava da 4 gün boyunca güneşini eksik etmedi üzerimizden. Meşhur Çeşme rüzgarlarına rağmen, neredeyse tek kazakla, üşümeden bir Aralık tatili yaptık.

Yeni yıla en sağlıklı yemekleri yiyerek girdik. Herkesin getirdiği yiyeceklerle harika bir sofra hazırladık. Yeşil rengin hakim olduğu, tipik bir Ege sofrasıydı aslında. Bu sayede gönül rahatlığıyla yedik her şeyi. Eminim çok az insan yeni yıla Cibes ("jibes" değil, "cibes" efendim:)) ve turp otu yiyerek girmiştir:)

Yeşiller Hareketi:)

Saatler 24'e yaklaşırken çıktık Alaçatı sokaklarına. Manzara şaşırtıcı ve çok güzeldi.

Yılbaşı gecesi Alaçatı sokakları

Zaman zaman kördüğüm olacak derecede kalabalıktı sokaklar. Alaçatı'nın popüler mekanlarındaki sokaklara taşmış yılbaşı eğlencelerine ek olarak, Alaçatı Belediyesi de çok özenli bir açık hava partisi organize etmişti. Herkes yüzünde gülümseme, kafasına göre takılıyordu. Bilirsiniz, ülkemizde efendice eğlenmeyi bilmeyen ve hiç bir zaman öğrenemeyeceklerinden artık neredeyse emin olduğum bolca insan yaşıyor. İnsanların en naif içgüdülerini bile en çirkin şekilde sabote eden bu tip insanların eylemlerine ya da, en azından, eylem haberlerine hepimiz maruz kalıyoruz. Türkiye'de çirkin taşkınlıkların ve tacizlerin yaşanmadığı kutlama ya da eğlence sayısı azalıyor gibi. Fakat, Alaçatı'da gördüğümüz "kutlama manzarası" bizim mecburen öğrenmek zorunda kaldıklarımızdan tamamen farklıydı: Sosyetesi, yerlisi, turisti, genci, yaşlısı, çocuklusu, bebeklisi, baş örtülüsü insana yakışanı yapıyor, "medeni" bir şekilde ve kendince eğleniyordu orada. Biz de karıştık gittik kalabalığın arasına. Hatta birbirimizi de kaybettik, ekibin her bir üyesi 2010'a ayrı yerde ayrı pozisyonda girdi:)

Tatilin kalanında ne mi yaptık? Altınkum sahilinde, deli gibi esen rüzgara karşı yürüdük hep birlikte, koştuk, uçma denemeleri yaptık, oradaki tepelere tırmandık.

Erkekler Altınkum'da tırmandıkları tepede Rio de Jenerio'nun meşhur Hz. İsa heykelini taklit etmeye çalışırken:)

Sonra Ildırı köyüne gittik, ben bayıldım oraya. Dere tepe yürüdük orada, köyün yamacındaki az bilinen Erithrae antik şehrinin harabelerini gezdik, eski kiliseyi gördük ve tepenin en ucuna tırmanıp enfes Ildırı koyunun ve civarındaki adaların manzarasını seyrettik.

Ildırı'ın tepeden görüntüsü


Yolumuza çıkan kuzu kulaklarını topladık. İlk kez enginar tarlası gördük. Soframızdaki enginarın kaynağı Alaçatı haberiniz olsun, ben de yeni öğrendim. Her yer enginar tarlası.

Enginar Tarlası hatırası:)

Bu da enginar salatası. İlk kez yedik ve bayıldık.

Kısa sürede Alaçatı'nın sembolü haline gelen rüzgar değirmenlerini sadece uzaktan seyretmekle yetinmeyip, yanlarına gittik. Ekipteki iki arkadaşımızın torpili sayesinde santrale girip kendilerini yakından tanıma ve çıkardıkları enteresan sesi duyma şerefine nail olduk. Bu ses ve mekan iyi birer gerilim filmi unsurları olabilirler:) Temiz bir enerji kaynağı oldukları için sayılarının artmasını diliyoruz. Mevcut santraller Alaçatı bölgesinin elektrik ihtiyacını karşılıyormuş.
Rüzgar değirmenlerinin dibine gidince böyle görünüyorlar:)

Bu da uzaktan görüntüleri. Çok hoş...

Ilıca plajında daha önce sadece televizyonda gördüğüm uçurtma sörfünü yaptı erkekler (Alev'in makinasını teknik bir nedenle henüz yükleyemedik bilgisayara, o yüzden sörf fotolarını daha sonra koymek niyetindeyim). Sonra Dalyan'a gittik, Alaçatı pazarını gezdik, Alaçatı'nın güzel mekanlarında güzel kahveler, sıcak şaraplar içtik. Alaçatı sokaklarını ise yürüyerek ya da bisikletle kaç kez arşınladığımızın sayını bilemiyorum. Yürüdük yürüdük yürüdük... Her seferinde başka bir güzelliğe takıldık. Tabii ki en güzel balıkları, sebzeleri, meyveleri ve kumruları götürdük afiyetle:)

Velhasıl, çok keyifli, tüm hareketine rağmen hem bedenen hem de ruhen dinlendirici bir tatil oldu. Yeni yılı tam da takip eden yıllarda olmasını dilediğimiz şeyleri yaparak karşıladık. Sadece dilemekle kalmamış olduk yani, "bilfiil" uygulamalı olarak gösterdik evrene "biz daha uzun süreler bu şekilde takılmayı istiyoruz hayatta" diye. Herhalde anlamıştır:)

12 Ocak 2010 Salı

SONUNDA...

Doğa sporları ve özellikle dağcılıkla ilgilenenlerin efsane markası The North Face sonunda Türkiye'de... Gerçi resmen geleli 6 aydan fazla oldu sanırım ama benim ürünleriyle resmen haşır neşir olabilmem ancak dün itibariyle gerçekleşti.
Doğa sporları faaliyetleri için tasarlanan üst kalite sınıfında, sağlam, yüksek performanslı ve aynı zamanda da şık ürünlerin üreticisi the North Face aslında uzun zamandır Türkiye'ye gelmek istiyor, ancak telif hakları ile ilgili ilginç bir nedenden gelemiyordu. 4 yıl önce, dağcılık faaliyetlerimizin yoğun olduğu dönemlerde, ABD'ye giden bir arkadaşımız sayesinde önce bir adet içliğine, sonrada Alev'in Almanya hediyesi olarak getirdiği mucizevi "windstopper" ceketine sahip olabildiğim, birbirinden fonksiyonel ve zevkli diğer binlerce ürününü ise ancak web sitelerinden içimiz geçerek takip ettiğimiz The North Face'e ulaşmak artık çok kolay.
Haftasonu alışverişe gittiğimizde bir kaç ürününü Armada'daki Adventure Republic Mağazasında görmüştük. Turan Güneş Bulvarı'ndaki Kar Spor'da daha çok çeşit olduğunu duyduk. Dün ise iş için gittiğim İstanbul'da, işimin erken bitmesini fırsat bilip, The North Face'in Çırağan Oteli'ne çok yakın olan kendi mağazasında bir saatten fazla zaman geçirdim. Uçak yakalama derdim olmasa daha da kalırdım, o derece kendimi kaybettim:)

Hemen söyleyeyim: The North Face ucuz bir marka değil (en azından ABD dışında), ama kalite-konfor-fonksiyonellik-güvenilirlik-şıklık kategorilerinin hepsinden yüksek notla sınıfı geçen ve artık bir çeşit "fenomen" sayılabilecek bir marka için çok pahalı da sayılamaz. Şöyle örnekleyebilirim: Dağcılık için tasarlanmış özel teknik kıyafet ve ekipman haricindeki ürünlerinin fiyatları kabaca Nike-Adidas mağazalarındaki fiyatlar ayarında. Teknik kıyafet ve ekipmandaki fiyat farkına ise markadan çok, bu tür ürünlerde kullanılan özel malzeme (Goretex) sebep oluyor. Goretex kullanılan her malzeme markası ne olursa olsun zaten pahalıdır. Bu ara kur farkından dolayı Türkiye'deki fiyatları Avrupa fiyatlarından biraz daha hesaplıya geliyormuş. Kaldı ki buradan alacağınız her ürünün şıklığı yanında, aslında belirli ve çok etkili bir fonksiyonu daha var. Ve inanın hiç eskimiyorlar.

Mağaza yetkilisi ile de epey sohbet ettik. The North Face'in web sitesinde ya da kataloglarında yer alan ama kendi mağazalarında bulunmayan ürünleri de (acil istenenler dışında) ekstra maliyet yaratmadan, katalog fiyatına getirdiklerini söyledi. 2800'den fazla ürün çeşidi arasından mağazaya ürün seçmenin işin hem en zevkli hem de en zor kısmı olduğunu da ekledi:) Ana mağaza sadece İstanbul'da , fakat diğer illere bayilik şeklinde ürün veriyorlar. Sipariş üzerine her yere ürün de gönderiyorlar. İlgilenenler için The North Face Beşiktaş Mağazası'nın telefon numarası "236 32 08", mağaza sorumlusu ise Mahmut Bey.

İlk The North Face Seferimin ganimetleri güzel bir yazlık trekking pantalon ve çok şık bir siyah elbise [evet, "günlük hayatta da tarzımdan ödün vermem hocam" diyenler için bir de "outdoor casual" klasmanı var:)] oldu. Alev'e ise koşarken ya da dağda bayırda çok işine yarayacak, ter tutmayan bir üst aldım. Üstelik bunları numune reyonundan seçtiğim için özel bir indirimden de faydalandım. Daha ne olsun:) "NEVER STOP EXPLORING *" der, yazıyı bitiririm:)

(*The North Face'in sloganı)