Rotamız artık gerçekten çok dik, yer yer kaya setleri olsa da genelde çarşak patikalardan oluşuyor. Daha 2. saatte oksijen azlığı etkilerini göstermeye başlıyor: Önümüzde 6 saatten fazla mesafe olmasına rağmen ekibimizde şiddetli yorgunluk alametleri baş gösteriyor. Renay ayaklarıyla ilgili sorun yaşadığını, parmaklarının üşüdüğünü söylüyor. Erken saatte ortaya çıkan bu olumsuz gelişmeler moralimizi bozuyor. Diğer ekip arkaşlarımıza göre benim ve Alev’in daha çok tırmanış tecrübesi var, ancak altimetre artık Ağrı Dağı’nda ulaştığımız yüksekliği de aştığımızı haber veriyor. Bu seviyeden sonrası bizim için de bilinmez. Nitekim, ben de daha önce yaşamadığım, aşırı bir yorgunluk hissetmeye başlıyorum. İşte yüksek irtifanın sürprizleri...
Sürekli durup dinlenmek istiyoruz fakat sık sık durmak, kalbin ritmini ansızın düşüreceği için teknik olarak irtifa hastalığına davet çıkarmak anlamına geliyor. Ağır çekimde bile olsa sürekli yürümek, saatte bir kez, o da bir kaç dakikayı geçmeyecek şekilde, mola vermek zorundayız. Ertuğrul’un her önemli tırmanış için hazırladığı, zor durumda kalındığında başvurulacak özel ve gizli “iksir”inden içmek istiyoruz, “daha değil, durun bakalım” diyor:) Nasıl yani?
Ritmimizi Ertuğrul belirliyor, yavaş ancak tempolu yükseliyoruz. Şafağın sökmesine daha epey zaman var. Bu arada şiddetli bir ayazla birlikte hafif hafif yağmaya başlayan yağmur moralimizi biraz daha bozuyor. Tüm bu aşırı yorgunluk hissi ve moral bozukluğu yüksek irtifanın etkileri aslında, kendime ve ekip arkadaşlarıma bunu hatırlatıyorum. Bunun farkında olup, bu duruma teslim olmamak gerekiyor. Ritmi bozmadan, sessiz bir şekilde yürümeye devam ediyoruz. Daha yolu yarılamadan tırmanışı yarım bırakarak inişe geçmiş bazı dağcıları görmek de hoş olmuyor zaten bir miktar bozulmuş olan morallerimiz açısından. Ancak, dağda tırmanışı bırakma kararını vermek de zirveye ulaşmak kadar takdire değer bir davranıştır. Kendinizi olası tatsız sonuçlardan ancak sağduyulu ve zamanında verilmiş bu tip kararlarla koruyabilirsiniz.
Ben sürekli ufku takip ediyorum, kızarmasını bekliyorum. Doğacak güneşin moralimizi düzelteceğini biliyorum, aynı zamanda zirveye az kaldığının habercisi olacak.
Şafak sökmeden az önce...Sürekli durup dinlenmek istiyoruz fakat sık sık durmak, kalbin ritmini ansızın düşüreceği için teknik olarak irtifa hastalığına davet çıkarmak anlamına geliyor. Ağır çekimde bile olsa sürekli yürümek, saatte bir kez, o da bir kaç dakikayı geçmeyecek şekilde, mola vermek zorundayız. Ertuğrul’un her önemli tırmanış için hazırladığı, zor durumda kalındığında başvurulacak özel ve gizli “iksir”inden içmek istiyoruz, “daha değil, durun bakalım” diyor:) Nasıl yani?
Ritmimizi Ertuğrul belirliyor, yavaş ancak tempolu yükseliyoruz. Şafağın sökmesine daha epey zaman var. Bu arada şiddetli bir ayazla birlikte hafif hafif yağmaya başlayan yağmur moralimizi biraz daha bozuyor. Tüm bu aşırı yorgunluk hissi ve moral bozukluğu yüksek irtifanın etkileri aslında, kendime ve ekip arkadaşlarıma bunu hatırlatıyorum. Bunun farkında olup, bu duruma teslim olmamak gerekiyor. Ritmi bozmadan, sessiz bir şekilde yürümeye devam ediyoruz. Daha yolu yarılamadan tırmanışı yarım bırakarak inişe geçmiş bazı dağcıları görmek de hoş olmuyor zaten bir miktar bozulmuş olan morallerimiz açısından. Ancak, dağda tırmanışı bırakma kararını vermek de zirveye ulaşmak kadar takdire değer bir davranıştır. Kendinizi olası tatsız sonuçlardan ancak sağduyulu ve zamanında verilmiş bu tip kararlarla koruyabilirsiniz.
Ben sürekli ufku takip ediyorum, kızarmasını bekliyorum. Doğacak güneşin moralimizi düzelteceğini biliyorum, aynı zamanda zirveye az kaldığının habercisi olacak.
Böyle uzun ve zorlu yürüyüşler, hele de az oksijen altında, insanda ilginç meditatif etkiler yaratıyor. Düşünce hızınız yavaşlamakla birlikte, kendinizi belki daha önce hiç düşünmediğiniz şeyleri düşünürken bulabiliyorsunuz. Ve hatta kendinizi ve düşüncelerinizi dışarıdan izliyorsunuz. Dağdaki hayat hem basit ve zevkli, hem de, kurallarına uymazsanız, acı verici ve hatta yok edicidir. Herşeyin asgarisi ile yetinmek zorundasınız ve başka alternatifiniz de yoktur. Kurallara uymamanın bedeli ağırdır. Bu süreçte hem aslında ne kadar az şeye ihtiyacınız olduğunuzu farkeder, hem de sahip olduğunuz şeylerin kıymetini anlar, bunların hepsi için tek tek şükredersiniz. Bir o kadar da normal zamanlarda ne kadar gereksiz kaygılar içinde yüzüp, kendimizi boş yere yıprattığımızı anlarsınız. Kendinizi bir kaç gün ya da hafta önce "ay hayatta yapmam/yapamam" dediğiniz şeyleri yaparken bulmak da cabası... Bunlar, dağcılığın (ve doğa içinde olmanın) insana kazandırdığı hoş özelliklerdendir. Farkındalığınızın artış hızı, normal yaşam koşullarına kıyasla, çok yüksektir. Doğa size sunduğu olumlu ve olumsuz koşullarıyla "farkındalık ayarınızı" keskin bir şekilde yeniden yapar:)
Ha gayret, birazdan Zirve Kraterine ayak basacağız
Saat 6.30 civarı, sonunda güneş doğuyor, ekibimiz üzerine pozitif etkisini tüm şiddetiyle salarak... Yerli rehberimiz Ernest zirve kraterine yirmi dakikalık mesafemiz kaldığını söyleyince seviniyoruz. Gerçekten de yirmi dakika sonra kratere ulaşıyoruz. Ansızın Kilimanjaro’nun meşhur karları ve güney cephesini kaplamış devasa buzullarıyla karşı karşıya geliyoruz.
Kilimanjaro'nun Karları
Büyüleyici bir manzara. Ernest Hemingway’in "Kilimanjaro’nun Karları" kitabını okumayan olabilir ama adını duymayan eminim yoktur. Büyük bir yazar olmanın sırlarından biri olsa gerek; Hemingway basit gibi görünen iki kelimeyi kitabının ismi olsun diye yanyana getirerek, daha okumadan bile "büyülü" bir etki yaratmayı becermiştir okuyucuları üzerinde. 13 yaşındayken sevgili Babaannemin bana verdiği bu kitap yüzünden çocukluğumda Kilimanjaro Dağı’nın nasıl bir yer olabileceğini bolca hayal ettiğimi, dünya atlasından yerini bulup "kimbilir orada kimler yaşıyor" diye içimden geçirdiğimi hatırlarım. Bana bu dünyanın dışında bir yermiş gibi gelirdi o zamanlar... Şimdi o meşhur karlar önümüzde devasa kütleler halinde sıra sıra uzanıyor. Görkemini tarif etmesi zor. Çok duygulanıyorum, “Bu gözler bunu da gördü” diye sürekli şükrediyor, teşekkürlerimi yolluyorum evrene ve yaratıcı enerjiye...
Kilimanjaro'nun devasa buzulları, aynı zamanda Afrika'nın hayati su kaynağı
İleride, kraterin çok uzak noktalarında bir çok dağcı görüyoruz. "Acaba zirve orası mı" diye heyecanlanıyor, seviniyoruz. Fakat sevincimiz kısa sürede yine hayal kırıklığına dönüşecek. Artık 5800 m’ ye civarındayız, oksijen azlığı çok belirgin. Bu, özellikle benim gibi alerjik nedenlerle sinüslerinin çoğu dolu olan biri için her adımda 3-4 nefes çekmek zorunda kalmak anlamına geliyor. Nefesi de sanki su altında, regülatörden çekiyormuş gibi hissediyorsunuz:) Çekiyorsunuz da sanki hava mı yok ne???:))) Dolayısıyla, hareketlerimiz de iyice ağırlaşıyor. Sık sık durup nefes alma ihtiyacı hissediyoruz ama ne kadar nefes alsak da yetmiyor.
Asabiyet ve yılgınlık da irtifa rahatsızlıklarından biridir, her ne kadar ciddi asabiyet sorunları yaşanmasa da, zirve kraterindeki yürüyüşümüz sırasında “yılgınlık” duygusunu hepimiz (Ertuğrul ve Ernest dışında tabii:)) yaşıyoruz. Çünkü, “şu seti de aştıktan sonra zirveye varıyoruz” diyen Ertuğrul ve Ernest’e ve aşılan onlarca sete rağmen, o zirveye bir türlü ama bir türlü ulaşamıyoruz. Trajikomik bir durum olduğunu söyleyebilirim, biz yaklaştıkça zirve uzaklaşıyor sanki... Yanımızdan aynı "ağır çekim" modunda geçen, zirveden dönmekte olan dağcıları görüyoruz. Çoğunun yüzünde başarmış olduklarını ele veren sempatik bir ifade yok, daha çok tüketmişe ve, bizim gibi, yılmışa benziyorlar:) Bazıları yerlerde “ölü gibi" yatıyor. Allah allah, bu nasıl iş?
"Benim ne işim var burada, ben deli miyim?" diye düşünmekte olan "yılgın" bir kadın; Bendeniz...:)
Sonunda, yani zirve kraterine ulaşmamızdan neredeyse 2 saat sonra, saat 8.30 civarı Kilimanjaro Dağı’nın en yüksek noktası olan Uhuru Tepesi’ ne ekip olarak ulaşıyoruz. Zirve tabelası 100 m kadar ileride göründüğü anda hepimizin gözünden kontrol dışı yaşlar akmaya başlıyor. Bu duyguyu ifade etmesi zor. Aynı zamanda hem gülen hem ağlayan insan görmediyseniz, böyle zirvelere buyrun mesela; buralarda çok sık karşılaşılan bir durum:)
Zirve tabelasının önünde fotoğraf çeken pek çok grup var. Ne de olsa herkes zirveye ulaştığını belgelemek istiyor. Biz de sıramızı bekliyoruz. Neyse ki fazla beklememiz gerekmiyor. Bu kısmı yarı rüya olarak hatırlıyorum: Oksijen azlığı ve tükenmişlik duygusunu bir anda alt eden coşkulu bir mutluluk yaşıyoruz, algımız ağırlaştığı için olsa gerek, zaman sanki durmuş gibi, sevinç çığlıklarımız, birbirimizi tebrik edişimiz çok uzaklardan gelen sesler gibi. Kendimi o anı dışarıdan izleyen bir “gözlemci” gibi hissediyorum. Bir tabelaya bir de Kilimanjaro’nun bembeyaz buzullarına bakıp bakıp duruyorum, bu anı zihnime iyice kazımak için. Alev ile ve diğer ekip arkadaşlarımızla habire birbirimize sarılıyoruz.
Mutlu Son...
Nihayet fotoğraf sırası bize geldiğinde, hemen çantamdaki bayrağı çıkarıyorum. Hava pırıl pırıl. Bayrağı yine muhteşem bir ortamda, şu anda Afrika’nın en yüksek noktasında olduğumuzu söyleyen zirve tabelasının önünde açıyorum, gururla. O ana kadar hissettiğim tüm yorgunluğu unutarak, buna binlerce kez değdiğini düşünerek ve hayal etmekten hiç vazgeçmediğime bir kez daha şükrederek.
Lütfen hayal etmekten vazgeçmeyin. Unutmayın: siz ona gitmedikçe hayat sizin ayağınıza gelmez, o bir süreç değil, macera dolu bir yolculuktur. Siz hayal kurun ve hayallerinizin peşinden gidin. Evrenin güçleri isteğinizi gerçekleştirmek için hazır bekliyorlar, yeter ki isteyin ve harekete geçin.
37 yorum:
Okurken içimden "işte sen hayal eder, niyetini açıkça korsan ortaya, evren de sana böyle yardım eder" diye geçiriyordum ki yazının sonunda "Evrenin güçleri isteğinizi gerçekleştirmek için hazır bekliyorlar" cümleni okudum, süper.... :))
"Nefesi de sanki su altında, regülatörden çekiyormuş gibi hissediyorsunuz:) Çekiyorsunuz da sanki hava mı yok ne???:)))" aahhhh, bilirim ben bu duyguyu, çekersin çekersin gelmez, o ne biçim bişeydir yaaaaaa.....
sevgiler benden..
Sevgili Cheetos, yazdığım son kısmın öyle olduğundan adım gibi eminim, ne güzel ki pek çok insan bu gerçeği farketmekte artık. Sağol güzel yorumun için. Sevgiler benden...
kendimmiş gibi duygulandım okurken..
Sevgili N. duygulara ulaşmak, onlara herhangi bir şekilde hitap etmek güzel, sağolasın.
Bu hayalin ne kadar gerçek olduğunu biliyorum. Bu başarma duygusunu yazını okurken hissettim. Umarım, daha çok zirvelere çıkarsınız Başakcım.Hayallerin hiç bitmesin..Hayallerimiz hiç bitmesin.
Burcucum ben de öyle diliyorum, hem kendim hem de senin için... Çok Sağol.
Müthiş duygular... Ufkunuz hiç daralmasın çocuklar...
"Lütfen hayal etmekten vazgeçmeyin. Unutmayın: siz ona gitmedikçe hayat sizin ayağınıza gelmez, o bir süreç değil, macera dolu bir yolculuktur. Siz hayal kurun ve hayallerinizin peşinden gidin. Evrenin güçleri isteğinizi gerçekleştirmek için hazır bekliyorlar, yeter ki isteyin ve harekete geçin."
O kadar yüreklendirici ve enerji dolu cümleler kurmuşsunuz ki, içim aydınlandı. Böyle farkındalıklar, sevecenlikler ve hayalperestler lazım bize:)
Müthiş bir serüven, güçlü ifadeler, harika fotoğraflar... Gerçekten çok ama çok keyifle okudum yürek paylaşımlarınızı. Blogunuzla tanıştığım için pek bir mutluyum:)
Yeni gezi yazılarınızda buluşmak dileğiyle...
sevgiler...
Sevgili Oya Hanım çok teşekkür ederim size. Sizler gibiler olduğunu bildikçe ufkumuz daralmaz diye düşünüyorum ben:)
Sevgili :)den biliyormusun 2006 yılındaki tırmanış maceralarımın beni bambaşka birinsana dönüştüreceğini hiç düşünmemiştim. Hep diyorum ben bu süreçte yalnız dağlara diye kendime de tırmanmışım... Her zamanki gibi olanın bir sebebi var. Şimdi sizler gibi aydınlık insanlarla tanışmak, varlıklarından haberdar olmak da benim mükafatım sanırım:))
Çok çok teşekkür ederim.
Canım yazılarını birden fazla kez okuyorum, dönüp dönüp. Hikayeleri ile birlikte mesajları da çok güzel. 2009'da nice güzel zirvelere ulaşman dileğiyle, coğrafi ve içsel farketmez:)
Sevgili Pisikopati; ne mutlu bana o zaman:) ben de dileğine katılıyorum, seni de ekleyerek.
Senin bana yazdigin yorumun ustune benim yaziyi yeniden okumam gibi, musait bir zamanda ruhani yolculuk hedefiyle oku yazini. Yani sen Klimanjero'ya degil, sen O'na tirmaniyorsun gibi. Yazdigin her kelime ruhani yolun rehberligini yapiyor. Dogru yazmissin sadece oraya degil icine de tirmandigini soyleyerek, ama lutfen bir de yazdiklarini dedigim gibi oku, nasil muhtesem soylettirmis soylettiren :)
Prem OM
Sevgili Uma; o tırmanışlara (ve giderek doğa ve sessizlik içinde daha çok zaman geçirmeme) çok şey borçluyum, kendimi daha iyi tanıma ve herşeyden önce "kendim" sandığım dış imajımın ve zihnimin "ben" olmadığını anlamama yardımcı oldular. Tırmanış şu anda geriye dönüp baktığımda, benim için bir "sembol" olmuş, yazılarımda da bunu bir çeşit "metafor" olarak kullanır buldum kendimi. Fiziken dağlara tırmanırken, aslında eşzamanlı olarak kendime de tırmanıyormuşum. Dediğini özellikle senin için tekrar yapacağım, çok teşekkür ederim.
yazdıklarını masa başında bu denli hissedebildim ya, kesinlikle yürümem gerek diyorum kendi kendime...
tırmanmam, terlemem, acıkıp susamam, arasıra korkup arasıra hemen önümde tırmanan arkaşımı izleyip mutlu olmam...
Sevgili Karalamaca sen çoktan o yolun yolcusu olmuşsun, artık iflah olmazsın, aynen bizim gibi:))En güzel yoldan çıkma şekillerinden biridir, bu "ana yoldan ayrılma cesaretini gösterip, kendine giden yola sapma":)) Yolun açık olsun, her tür yardım ve paylaşıma hazırız.
kıskançlıktan çatlamış bir yazar olarak benide götürsenize diyorum utangaç bakışlarla...
Ve son paragraf hayata kazınan çok güzel bir not olmuş..
Yalnızlık Okulu ilahi, güldürdün beni:)) Sen iste, ben seni oralara gönderecek her tür lojistik kaynağı sunarım. hoş, senin zirvelere ulaşman zaten yakın geldi bana yazdıklarından:)) malum zirve illaki dağ zirvesi olmak zorunda değil:))
O kadar güzel anlatmışsın ki her anını seninle yaşadım maceranın...
"Zamansız Ajanda"na daha nice hayalini kaydetmeni diliyorum Başakcım!
Özgecim çok mutlu oldum yorumunu görünce. Daha nice zamansız anları birlikte paylaşalım istiyorum:)
ben de dilemek istedim.. hayallerin gerçek olsun diye.. hep zirvelerde olasın diye...
Fundacığım ben de hem senin hem de dünya tatlısı oğlunun tüm dileklerinin gerçek olmasını dilerim. İyileşti mi oğlan beya???:)))) Geçmiş olsun şimdiden...
birileri yaşamı yudum yudum tadıyor :)
okurken bukadar haz aldığıma göre yaşarken alınmış hazı algılamak oldukça zor oluyor...
yalnızlık okulu beni de götürün derken benim ismimi vermeyi unutmuş olsa gerek :)
beni de beni deeeee...:))
Sevgili Mesut;
Ne diyeyim ben bu güzel yorumun için??? Sağolasın. Bensiz de gidersin, yeter ki "gideceğim" de, gereken klavuzluk-yardım bizden:)
Sevgili Balıklar,
iyiki beni ziyaret ettinizde güzel yazılarınızdan haberim oldu. Seyahatler, anı yaşamalar, hemen kendimden ne kadar çok şey buldum. Artık bundan sonra daha sık görüşmek üzere..
Sevgiler
Sevgili Ayşegül, çok sevindim güzel yorumun için. Ben de seni keşfettiğime çok memnun oldum. Paylaşacak çok şeyimiz olduğuna eminim. sevgiyle kal.
hayranlıkla okudum yazılarınızı. 365 yazıma yaptığınız yorumla geldim buraya. ben şimdilik 10 aylık bebek Yiğit ile uğraştığımdan, ancak 365 civarında gezebiliyorum :-)
yine görüşmek üzere...
sevgiler
gorki
sevgili gorki; hoşgeldin, çok sevindirdin beni.Yiğit ile birlikte nice güzel keşiflere diyorum...:)
Belgesel tadındaki bu gezi notları inanılır gibi değil. İlgiyle izliyoruz. Gezmeye ve maceraya bu kadar alışmışken belli bir toprağa bağlanmanız zor olacak gibi :)
Sevgili Meyvelitepe, bizim hayalimiz tam da sizin yaptığınızı yapabilmek. Macera nefes aldığımız her anda var aslında farklı gözle bakınca... O yüzden sizin gibi bir maceraya atılmayı dört gözle bekliyorum. Çok teşekkür ederim ayrıca değerli yorumunuz için.
Sevgili Başak,
büyük heyecanla okudum. İnsan çocukluğundan itibaren yaratıyor işte hayalleri ile. Evren ve kaynak sonsuz, sınırsız. Zevkle takip edeceğim sizleri.
Sevgili Özgür aynı düşünceyi paylaştığımıza sevindim, teşekkür ederim.
Yeni yazılarınızı bekliyorum merak ve heyecanla...
Blogunuza uğramışken bir "merhaba" demeden geçmeyeyim dedim:)
Sevgili :)den; evde bir tadilat işimiz vardı, ağır gidiyor biraz. Boya ustası fotoğraflarımızın içinde olduğu hard diski sıkıca paketlemiş boya bulaşmasın diye:) Yazılar hazır aslında ama fotoğraflara henüz ulaşamıyoruz, o yüzden mecburi bir ara odu, önümüzdeki hafta yayınlayacağız diye umuyorum. Benden de sana sevgiler...
Sevgili Başak, seni okumak, seninle birlikte dıştan içe keşif maceralarına gitmek büyük keyif... :)
affına sığınarak seni mimledim, hem sayfalarından neden yorumsuz ayrıldığımı anlatabilmek için hem de boya ustalarının azizliği yüzünden uzun bir molaya dönüşen ayrılığa kısa bir soluk katman için :)
Sevgilerimle,
Sevgili Nilambara;
Çok sevindim ama izin ver akşam cevaplayım, çünkü şimdi ofisteyim ve buradan bir kitaba el atarsam çok sıkıcı bir cümle yazmak zorunda kalacağım (meslek icabı:), oysa harika bir kitap okuyorum ve cevabı oradan vermek isterim, o yüzden iş çıkışına bırakıyorum cevabımı. ayrıca mesajın için de çok teşekkür ederim.
yazının uzunluğunu görünce bir an korktum.
ama okumaya kalktığımda o kadar sürüklendim ki:)
"Kilimanjaro dağlarında macera"
bir gezi kitabı çıkarabilirsin heralde:D
kitap kurtcuğu adlı blogumu kapattım
ve kız kulesinin yalnızlığı adında yeni bir blog açtım bu blogda da seni görmek isterim.
selametle..
Sevgili Defne; biraz meslek hastalığı(hukuk), ben yazarken kısa kesmeyi beceremem pek. Ama tam da bu sebeple yazarken yazdıklarımın okuyacak olanı baymamasına kendimce azami özen gösteririm. O nedenle görüşün benim için kıymetli, teşekkür ederim:) Blogunu ziyaret edeceğim. Sevgilerimle
Yorum Gönder