Tanzanya topraklarının %50’den fazlasının “milli park” statüsünde olduğunu oralara gitmesek ya hiç bilmez ya da çok geç öğrenirdik. Tanzanya Hükümeti, Türkiye’nin tersine, doğal hazinelerinin kıymetini çok iyi biliyor ve bunları korumak adına takdire değer çaba sarfediyor. Ülkenin çok önemli bir gelir kaynağı bu doğal alanlar (demek ki doğal alanları tahrip etmeden, onlar üzerinden para kazanmak mümkünmüş, bunu birilerinin bizim yöneticilerimize anlatması gerekiyor). Kilimanjaro Dağı’nın içinde bulunduğu devasa alan da bir milli park.

Safari Bölgemiz “Ngorongoro Krateri ve Manyara Gölü Milli Parkı”. Arusha’dan bir kaç saatlik yine enfes manzaralarla dolu seyahat sonucu Manyara Gölü Milli Parkına ulaştık. Safarimiz 2 gün sürecek. Bir hafta süren uzun safariler de var. Bu turlarda gece veya şafak sökmeden , hayvanların avlanma, çiftleşme ve beslenmelerini gözlemleyebileceğiniz özel programlar da oluyor. Bizim seyahatimizin asıl amacı tırmanış olduğu için, safariye 2 gün ayırdık. Diğer taraftan, bunun da yeterli bir süre olduğunu söyleyebilirim.

Milli Park girişinde ücretimizi ödedikten sonra milli parka ait, şoförlü aracımıza bindik. Bunlar safari için özel dizayn edilmiş, oldukça yüksek, 4X4 araçlar. Üstleri açılıyor, çevreyi ve hayvanları buralardan gözlüyorsunuz. Safari boyunca ne olursa olsun araçtan inmek yasak. Bu delinmesine kesinlikle izin verilmeyen bir kural.

Arada yer yer safari araçları için yapılmış toprak yollar olsa da derinlere, özellikle de kraterin içine girince gerçek bir jip-safari de yapıyorsunuz. Yol falan yok, engebeli bir arazi de bata çıka, sarsıla sarsıla gidiyorsunuz.



Konuya aşina olmayan bizlerin ilk farkettiği şey keskin bir dışkı kokusu. Yabancısı olduğumuz yüzlerce yabani hayvanın doğaya bıraktığı dışkıların kokusunun nasıl olabileceğini sizlerin hayal gücüne bırakıyorum. Yine de rahatsız edici olmadığını, sadece “farklı” olduğunu belirtmek istiyorum. Özellikle fillerin dışkıları da kendi cüsselerine yaraşır ebatlarda:)


Ngorongoro Krateri'nde hayvanlar alemi geçit yapıyor. Aklınıza ilk anda gelenlerin hepsi mevcut: çeşir çeşit maymun, babun, zebra, zürafa, fil, su aygırı, antilop, impala, yüzlerce çeşit kuş, yaban öküzü, devekuşu, sırtlan, varthog (bir tür yabani domuz, görüntüleri korkutucu ama aslında komik hayvanlar) ve tabiiki ormanlar kralı aslan...
O kadar çirkin ki, bu derece çirkinlik sevimli yapmış kendisini:)
Hayvanları ürkütmemek için gözlemler de derin bir sessizlik içinde yapılıyor. Bu güzel bir an. Hayvanlar arasındaki huzur ve barışı görünce hava kararınca aralarından bazılarının diğer bazılarının yemeği olacağına inanmanız da zor oluyor:) Ama doğa kanunu...
Hayvanları ürkütmemek için gözlemler de derin bir sessizlik içinde yapılıyor. Bu güzel bir an. Hayvanlar arasındaki huzur ve barışı görünce hava kararınca aralarından bazılarının diğer bazılarının yemeği olacağına inanmanız da zor oluyor:) Ama doğa kanunu...


En çok maymun ve zebra gördük. Zebra inanılmaz estetik bir hayvan. Sarı Afrika savanına çok yakışıyor. Yakın zamanda seyrettiğim belgeselde zebraların her ne kadar atlara benzese ve onlar kadar güçlü olsalar da, binlerce yıl etoburların avı olmaları sebebiyle asi ve gergin bir karakter geliştirdikleri, bu nedenle hiç bir zaman evcilleştirilemediği anlatılıyordu (Bkz: Tüfek Mikrop Çelik). Fakat yemek yerken pek munis göründüklerini söyleyebilirim:)


Su aygırlarını da zararsız ve otobur hayvanlar sanırdım. Öyle değillermiş, suyun içinde mırıl mırıl uyumaları ve hantal görünen cüsseleri sizi yanıltmasın. Gerçekten büyük, heybetli hayvanlar. En ilginci, su içindeyken her birinin “adacık” gibi görünen sırtının başka kuşlara yuva vazifesi görüyor olması. Her su aygırı minik bir kaç ya da bir adet irice bir kuşu evlat edinmiş gibi:)

Maymun ve babunların davranışları insan davranışlarına o kadar benziyor ki... Saatlerce izleyebilirsiniz, hiç sıkılmadan. Beni en çok eğlendiren iki sevgili (!)maymunun birbirilerinin tüylerine yapışmış pislikleri temizlemeleri ve yeni doğmuş yavrusuna eğitim veren anne babun oldu.




Manyara Gölü ise, tahmin edebileceğiniz gibi, tam bir kuş cenneti. Görebildiğimiz kuşların hepsi gerçekliklerinden şüphe duyulacak kadar değişik ve rengarenktiler.






Safaride hiç aslan görülmez mi? Saatlerce gezip yüzlerce kuş, su aygırı, fil, zürafa, maymun, babun, antilop ve daha bir sürü başka hayvanı görünce “E nerede aslan?” diye kıpırdanmaya başladık. O arada şoförümüzün telsizine bir bilgi geldi ve söförümüz bunun üzerine gaza bastı. Telsizden, tarifi söföre bildirilen bir bölgede dinlenmekte olan iki genç aslanın olduğu bilgisi gelmiş. Şöförümüz 40 dakikadan fazla o bölgede dolaştı, "buralarda olmalılar" diyor, başka bir şey demiyordu. Çok heyecanlanmıştık ama zaman uzadıkça görebileceğimize dair ümidimiz azalıyordu. Ve ta taaaaa: İşte ormanlar kralı Aslan. Akşam yediklerini sindirmek için dinlenmeye çekilmişti iki ahbap çavuş ve o kadar keyfe dalmışlardı ki dikkatlerini çekebilmemiz bayağı zamanımızı aldı:)



Milli Park içinde harika bir otel de kaldık, “lodge” deniyor buralara. Çok katlı bina yok, yeşillerin arasına gömülmüş klübelerde, cibinlikli yataklarda, savan ve orman derinliklerinden gelen birbirinden ilginç sesler eşliğinde uyuduk.
İnsanın tüm bu güzellikleri gördükten sonra varoluşuna şükretmemesine imkân yok. Nitekim bu Afrika seyahati benim kendi kişisel gelişim ve dönüşümüm için önemli dönüm noktalarından biri oldu. Hayat ve yaşadığımız Dünya çok ama çok güzel. Cennet de Cehennem de burada saklı, hangisini görmek istersen, sana ona gösteriyor Evren. Bunu sık sık kendimize hatırlatmakta fayda var. Seyahatler de hatırlamanın başka bir yöntemi oluyor...

Dönerken uçakta çok enteresan İstanbullu bir Türk grubu ile tanıştık. Yaklaşık 10-12 kişi, yaş ortalaması 60 üstü bir grup. Hepsi üniversiten arkadaşlar ve gençlik yıllarından bu yana her sene birlikte, kimsenin (en azından rahatına düşkün Türklerin) aklına gelmeyen yerlere seyahat ediyorlar. Kendisiyle sohbeti koyulaştırdığımız beyefendi “bize Paris, Londra falan demeyeceksiniz, biz nerede garip nerede az bilinen, nerede gizemli yer var, oraya gideriz” dedi. Bu güne kadar zaten görmedikleri yer kalmamış, saydıkları arasında Vietnam, Kamboçya, Paraguay, Brezilya Yağmur Ormanları, Venezualla, Avustralya,Tazmanya özellikle aklımda kalanlar. Zaten Afrika’ya da bilmem kaçıncı gelişleriymiş, bu sefer Zambiya’ya gitmişler. Memleketimde böyle insanlar olması bizi ayrıca mutlu etti, enerji ve birikimleriyle ufkumuzu genişlettiler. Hepsinin kulağı çınlasın. Umarım sağlıklı ve keyifli bir şekilde Dünyayı keşfetmeyi sürdürüyorlardır.