1 Haziran 2009 Pazartesi

YUNAN ADALARI 3 - ALMA TÜRK'ÜN AHINI:)

Limandan bir başka görüntü

Adanın tepesinden manzara

Sıcak sonbahar güneşinin altında adayı gezip turumuzu tamamlayınca, deniz kıyısında güzel bir yemek için limanda yan yana dizili sevimli restoranlardan birine oturduk. Oturmak için hangi restoranı seçeceğimizde kararsız kaldık, ancak bir tanesinin sahibinin “oooo komşi, ben çok bilir Kaz (Kaş demek ister), Simirna (İzmir diyor), Turkiye, çok misafir gelir bana Turk” şeklinde, yarım yamalak Türkçe konuşması hoşumuza gitti. Hemen sempati duyduk adama. Gerçi, geri planda adamın karısı olduğunu sonradan anladığımız, aramızda “Eleni” ismini yakıştırdığımız, aşırı mutsuz görünen, asık suratlı, yumurta sarısı boyayla boyanmış ve alabildiğine kabartılmış saçlara sahip, kara kaşlı, adeta robot gibi hareket eden bir kadın için aynı şey söylenemezdi. Derdini pek merak ettik. Bu ıssız adadaki hayatını ne yapsa renklendiremiyor, fırtınalı ruhunu bir türlü besleyemiyor olabileceği fikri bize çok cazip geldi, yemekleri beklerken bu konudaki teorimizi geliştirdik, hatta kadının bu şekilde hissetiğinden neredeyse emin olduk:)

Masamızı, her birine Türk mutfağından gayet aşina olduğumuz ama “Yunan usulüyle” yapılmış, birbirinden güzel meze ve yemeklerle donattık, afiyetle yemeğe başladık. Yunanlıların yemek işini en az bizim kadar iyi bildikleri, hatta bazı mezelerde bizden başarılı oldukları gerçeğini kabul ettik:)

Hele ki o sağdaki patlıcan salata enfesti...

Sisam'da tanış olduğumuz Yunan birası Mythos burada da karşımıza çıktı:)

Meis’e gelen yat ve teknelerin demirlediği liman, sadece bizim restoranın önündeki iki teknelik boş yer hariç hınca hınca doluydu. Keyifle biralarımızı, uzolarımızı yudumlayıp, manzarayı seyrederken, limana Türk bayraklı bir guletin girdiğini ve demir atmak üzere bizim önümüzdeki boş yere yaklaşmaya başladığını gördük. Bayağı bir yaklaşmışlar ve hatta demiri atmak üzerelerdi ki, içeriden can hıraş bağırışlarla bizim restoran sahibi adam çıktı. Adeta bir maymun gibi zıplıyor, “No, no!!!” diye bağırıp, elleriyle hayır işareti yapıyordu. Adam o kadar şiddetle karşı koydu ki bizim gulet çaresiz tornistan yaptı, başka da yer olmadığından açıkta bir yere demir attı. Biz adamın bu hareketini müşteri memnuniyetini kollamaya yönelik bir jest olarak algıladık. “Aferin adama, ne düşünceli, manzaramız kapanmasın diye tekneyi postaladı” falan dedik ve yemeğimize devam ettik.

Kısa bir süre sonra limana daha küçük, Türk kıyılarından geldiğini anladığımız (teknenizin menşei bayrağı ile birlikte, hangi kara sularındaysanız o ülkenin bayrağını da bayrak direğine çekmek zorundasınız, teknedekilerin de Türk bayrağını indirip Yunan bayrağını çekmeye başladıklarını görmüştük) İngiliz bayraklı küçük bir yelkenli aynı boş yere yanaşmaya başladı. Yaklaştıkça içinde 6 kişinin olduğunu farkettik.

Bizim restoran sahibi yine içeriden deli gibi koşarak geldi. Biz yine tekneyi kovacak sanıyoruz, fakat yaptığı el kol hareketleri bu sefer "gelme" anlamında değil, bilakis “buyrunuz efendim” şeklinde. Aman aman, bir izzet-i ikram, sormayın gitsin... Teknenin halatlarını almalar, bağlamalar falan... Biz olaya anlam veremedik. "Acaba adamı bilen bir tekne daha önce buraya rezervasyon mu yaptırmış?" diye düşündük önce. Fakat tekne iyice yaklaştığından teknedekilerin konuşmaları duyulmaya başlamıştı. Onlar da az önceki Türk teknesi gibi, rezervasyonsuz limana girmiş bir tekne idi, içindekiler hayli yorgun görünüyorlar ve tabii nerede ne yiyeceklerini konuşuyorlardı.

Renay teknede bezmiş görünen genç adama nereden geldiklerini sordu, çocuk gayet snop bir eda ile “Turkey-Gocek” dedi. Bu arada bizim adam tekne bağlama işi bitince, nedense (!) bizim masaya gelip teknedekilere avazı çıktığı kadar “Wellcome to Eurooooope” diye bağırdı. “Allah allah” diye birbirimize baktık. Arkadaş, burası en azından coğrafya olarak Avrupa değil, hadi öyle say, ama ondan önce Yunanistan ve ondan da önce Meis Adası... Niye böyle dedi?? Sonra “ya belki de biz fesatız” deyip yemeğe devam ederken, adam hiç gereği ve manası yokken yine bizim masaya geldi ve oradan teknedekilere bu sefer daha yüksek sesle “Wellcome to Europe agaiiiin” diye bağırdı.

E yani, bu kadarı da fazlaydı. İngilizlere “barbar Türklerin vahşi ülkesinden yakayı zor kurtarıp, medeniyete ulaşmış insanlar” muamelesi yapıyordu bize göre. Adamın kesin bir “Türk düşmanı”, üstelik Türklerin parasını almaya meraklı bir "Enosisçi" olduğuna hükmettik hemencecik... Hatta karısı Eleni’nin mutsuzluğunun sebebi de oydu, kesin!!!

Biz geldiğimizde boş olan restoranın iki masası daha dolmuştu bu arada. Bir masada özel bir yattan inmiş haylı kalabalık bir Türk grubu vardı. Onlar da, aynen bizim gibi, masayı çılgınca donatmışlardı. Yanımızdaki masaya ise 6 kişilik bir ingiliz grubu oturmuştu kısa süre önce. Menüyü sanki matematik problemi okuyor gibi, dikkatle ve tartışarak inceleyip en sonunda 6 bira ve birlikte paylaşmak üzere bir tabak patates kızartması istediklerini duymuş, biz de aramızda “cimrileeeeer, zevksizleeeer” diye kıkırdamıştık :)

Masacak, bu adamın bize bir şey anlatmaya çalıştığına ikna olduk. Ne nankördü bu adam!!! Kendisine asıl parayı Türk müşterileri kazandırıyordu ve onun Türklere yaptığına bakındı...

Muzipliği seven ve o an itibariyle milli duyguları en az bizim kadar kabarmış arkadaşımız Renay, “madem öyle, işte böyle” diyerek, az önce konuştuğu ve üzerinde "Alaçatı Surf Club"yazan bir tişört olan genç İngiliz adama “Sen de mi sörf yapıyorsun Alaçatı’da” diye sorup, adamla muhabbet etmeye başladı. Adam Türkiye’den çok keyif aldıklarını ama Göcek’ten buraya çok rüzgarlı ve yorucu bir yolculuk yaptıklarını ve şu anda yemekten başka hiç bir şey düşünmediklerini söyleyerek, Renay’a acaba bu restoranı onlara tavsiye edermiyiz diye sordu.

O an hepimizin gözgöze gelmesi ve sonraki adımda mutabık kalmamız sadece bir an sürdü. Renay’ın yakın bir akrabası ünlü bir tiyatro ve sinema sanatçısıdır, kendisine de bu yetenek genetik olarak bulaşmıştır. Bir anda en memnuniyetsiz surat ifadesini takınıp, yüzünü buruşturarak adama eliyle “şöyle böyle” işareti yaptı. Biz kikirdedik, bize göre komik ve masum bir Türk şakasıydı:) Bunu başka bir Türk’e yapsan “hadi ya o zaman biz şu ilerideki yere oturalım” der gider, konu da orada kapanırdı. Biz de kendi küçük dünyamızda Enosisçi restorancıyı 6 adet müşteriden ettiğimize sevinerek, "gizli intikam" aldığımızı düşünüp eğlenirdik.

Gel gör ki adam (herhalde İngiliz olduğundan) Renay’ın bu cevabını pek ciddiye aldı. Hemen pes edecek bir hali olmadığını, tabaklarımızı gösterip “madem iyi değildi, o zaman neden bütün yemekleri bitirdiniz?” diye sorunca anladık. Önümüzdeki boşalmış tabaklara baktık hafif bir utançla... Renay yine duruma el koydu “Biz buraya sık geliriz, normalde şu yan restoranda yeriz, bu sefer buraya da bir şans verelim dedik ama hayalkırıklığı oldu, adama ayıp olmasın diye yedik yemekleri” gibi bir şeyler geveledi. İngiliz adam tatmin olmadığını belli eden bir surat ifadesi ile kafasını sallayarak tekneye döndü.

Bu arada bizim Enosisçi aynı can hıraş modda, birazdan tekneden inecek 6 İngiliz misafirine masa hazırlamaya başlamıştı bile. Konunun burada kapandığını düşündüğümüzden kendi kendimize “ya işte böyle Yorgo efendi, alma Türk’ün ahını, böyle alır intikamını” diye dalgamızı geçmeye başlamıştık. Keyfimiz pek yerindeydi doğrusu...

Kalkmaya hazırlanırken, teknenin, aralarında 70 yaş üstü bir adamla kadının da olduğu, 6 kişilik ekibi birden etrafımızı sardı. Her biri birimizi, adeta sorguya çeker gibi, restoranı neden sevmediğimizi, sevmediysek neden yemekleri yediğimizi, yemeklerdeki sorunun ne olduğunu sormaya başladılar. Hatta her bir ara çapraz sorgu pozisyonu bile oldu. Açıkçası bu basit olaydan ben İngilizlerin bir dünya imparatorluğu olmayı nasıl becerdiklerini gayet iyi anladım. Adamlar hiç bir şeyi “adam sen de" deyip pas geçmiyor olsalar gerekti, her şeyi kılı kırk yararcasına inceliyor, mantık düzlemine oturtmaya çalışıyor olmalıydılar. Bir uyduruk yemek muhabbettini getirdikleri hale baksanıza...

Her birimiz, birbirine benzer yalanlar geveledik, bu arada konuşmaları bizim Enosisçi duyacak diye endişe etmeye başladık. Düşünsenize, bizim Enosisçi bayıla bayıla mideye indirdiğimiz yemekleri için “işe yaramaz” dediğimizi ve 6 müşterisini kaçırmaya çalıştığımızı duysa ne olurdu? Türkiye’de değiliz arkadaşlar, burası Yunanistan, pardon "Evvvroooopa"!!!:)

Bir anda aklımdan Enonsisçi’nin “ey bre Meisli dava kardeşlerim, Türk gavuru benim yemeklerime hakaret etti, yemeklerimin itibarını yerde komayın” diye bağırdığı, bunu duyan ada halkının bizi evire çevire dövdüğü, akşam haberlerine de “Türk – Yunan gerginliği” şeklinde yansıdığımız sahneler geçti. Hatta Türk jetleri, biz adanın rutubetli karanlık zindanlarında kurtarılmayı beklerken, ada üzerinde alçak uçuş bile yapardı belki gözdağı vermek için...

Hakikaten tekneye koşmaya kararlıydık artık, bu tartışma biraz daha uzasa gerginliğe dönüşeceğine emindik. Neyseki İngiliz aile, cevaplarımızdan (daha doğrusu iyice dallanıp budaklanmış yalanlarımızdan) ikna olmuş olmalı ki (şu işe bak, ısrarcılıkları yüzünden masum bir yalan bir anda dallı budaklı, içinden çıkılmaz bir hale gelivermişti) sorguyu bıraktılar ve “o zaman biz de yan restoranda yiyelim” diyerek diğer restorana yürüdüler.


Bizim Türk dostu sandığımız restorancı bir Enosisçiye dönüşmeden önce böyle fotomuzu da çekmişti:)

Bizim Enonsisçi İngiliz müşterilerinin gittiğini görünce ne yaptı bilmiyoruz, çünkü biz tekneye kendimizi bir an önce atmak üzere tabanları yağlamıştık. Koşuyor, bir taraftan da kahkahalarla gülüyorduk. Bir daha geldiğimizde restorancının bizi tanımayacağını ümit ederek, yolda da “yahu Enosisçiydi falan ama yemekleri harbiden güzeldi, üstelik fiyatı da iyiydi ama Türklere bu yamuğu yapmayacaktı” diye kulağını bolca çınlatıp, tekrar gelme niyetiyle bu sevimli adadan ayrıldık:)



Bye Bye Meis...

14 yorum:

Feride Nizamettin dedi ki...

Çok eğlenerek gülerek okudumu yazıyı. Yabancılara, özellikle de Evropalılara pek sempatik bir ırk olarak gözükmediğimiz malum.

Acıktım ama yaa o resimleri görünce, daha 1 saat var öğle tatiline alçaklar:)

Basak dedi ki...

önyargı işte... hem bizde hem onlarda, herkeste:)))
bu arada: yemek vakti geldiiiiii:)))

Adsız dedi ki...

hemen bavulumu toplayıp gitmek geldi içimden ne huzur verici görünüyor oralar:)

Basak dedi ki...

Sevgili Asya, hakikaten öyleler. sırf huzur, huzurun fazla geldiği insanlardan değilsen, tavsiye edilir:)

Ayşegül Taştaban Erzincanoğlu/ Behçet dedi ki...

Çok sevdim :))

Basak dedi ki...

ben de çok sevmiştim:)

bin dedi ki...

hehehe komikmis:) edirneden oteye gecince insan daha bir vatanperver irkperver mi oluyor nedir...halbuki balik ayni balik, deniz ayni deniz, meze ayni meze:)

bence eleni teyze yandaki restoranin sahibiyle yillardir platonik gizli ask yasiyor ama kavusamiyor bunu zorla vermisler sizin adama..o yuzden oyle mutsuz ve mahsun:)

Basak dedi ki...

:))))) Bin, bak bu olasılığı düşünmemiştik. Benim aklıma daha çok Eleni yengenin aklının limana sürekli gelip giden yakışıklı denizcilerde kalmış olabileceği gelmişti:)) Ama senin teorini daha olası buldum:))))))

Tijen dedi ki...

Ah bu balıklar!
Biz adaları ve denizi seviyoruz galiba Başak. Ne güzel değil mi adaların tadını çıkarabilmek,
nice gezmeler!s

Basak dedi ki...

Tijencim galibası fazla galiba:))))
Hepimize nice gezmeere o zaman, malum bizim ilacımız bu:))

Mehmet Vuran dedi ki...

Ege adaları en çok gezmek istediğim yerlerin başında geliyor. gitmekle ne iyi yapmışsınız. Yazılarınızı çok büyük bir keyifle okudum...

Basak dedi ki...

Teşekkür ederim Mehmet bey;
ilk fırsatta gitmenizi ben de tavsiye ederim; biz de gecikmeli gidip keşke daha önce gitseymişiz dedik.

Adsız dedi ki...

iyi yapmışsınız:))

Basak dedi ki...

NEdense ben de hiç üzülmedim Sevgili Creep:)