8 Temmuz 2010 Perşembe

ESKİ DOSTLAR HEP DOSTLAR

Lise 2. sınıfın sonuna kadar Ege’nin bir ilçesinde yaşadım. Yaşadığımız yer o zamanlar henüz büyük şehir kategorisine bile girmiyordu (şimdi öyle). Ama biz bunun çok az farkındaydık. Hayat orada o kadar renkli, keyfili ve huzurluydu ki... Ben o zamanlar Türkiye’yi ve farklı kültürleri şimdiki kadar bilmiyordum. Yazları Kuşadası’ndaki evimizde geçirirken farklı şehirlerden (daha çok İstanbul, Ankara, İzmir, Aydın, Denizli, Samsun taraflarından) sitelere gelmiş arkadaşlarımı bilirdim sadece, onların da bizden pek farkı yoktu. Yani o zaman sanıyordum ki Türkiye’de herkes bizim gibi mutlu, mesut, huzurlu ve modern bir çevrede yaşıyor. Sonradan pek öyle olmadığını, Türkiye’de sadece şanslı bir azınlığın yaşadığı yerde huzuru ve refahı elde edebildiğini öğrendim.

O zamanlar bile 35.000 civarında nüfusu olduğu için küçük diyemeyeceğimiz bir yerdi, ama yine de hemen herkes birbirini bilirdi, biz okullarımıza yürüyerek giderdik, öğle aralarında yemek için eve gelirdik hatta. Kızlarla erkeklerin birarada gezmeleri, sosyalleşmeleri sorun yaratmazdı. Şehirde bir şekilde hep bir faaliyet olurdu, kısıtlı imkânlar çerçevesinde olsa bile. Yazları ahalisinin çoğu Didim ve Kuşadası’ndaki yazlıklarına giderdi. O zamanlar Didim ve Kuşadası sadece yazları gidilen yerlerdi, kışları terkedilir, ıssızlaşırlar, orada yaşayanlar da sosyalleşmek için bizim şehrimize gelirdi:) Şimdi ise her biri büyüklük ve imkân bakımından bizim şehrimizi geçti...

İlçenin şehirle aynı adı taşıyan meşhur bir lisesi vardı. Başka liseler de vardı ama en eskisi olduğu için meşhurdu belki. Bir de düz lise olarak üniversiteye çok sayıda öğrenci gönderme konusunda ciddi başarısı vardı. O dönemin şartlarında şehrimizden İzmir’deki okullara yatılı okumaya gönderilen az sayıda öğrenci dışında, gençleri genelde bu okula gönderilirdi bu nedenle.
Ben de anadolu lisesi ve özel okul sınavlarını kazanamayınca bu okula gittim. İlkokuldan canlarım olan tüm arkadaşlarımla birlikte. Hatta aralarından bazıları ilk ay İzmir’de kazandıkları okullardan geri geldiler "sevmedik, yapamadık" diye. Böylece biz bir kısmıyla ilkokuldan başlamış arkadaşlığımızı bu lisede daha uzun yıllar sürdürme imkânına sahip olduk.

“Fenomen” diye tabir edilecek öğretmenlerle doluydu okulumuz. Şimdi bu kadar yıl sonra geriye bakınca, aslında hepsinin meslek aşkıyla dolu oldukları için fenomen hale geldiklerini düşünüyorum. İşini çok seven bu idealist insanlar baş etmesi zor yüzlerce ergeni de bu yüzden sevip sabırlı davranıyorlarmış sanırım. Orada öyle öğretmenlerim oldu ki beni bugün ben yapan bazı değerleri öğrendim kendilerinden. Ufkumuzu açtılar tecrübelerini bizlerle paylaşarak ve yapmaya çalıştıklarımız için bizi destekleyerek. Uzmanı oldukları konularda bize öğrenme ve araştırma zevkini aşıladılar.

Ortaokul ve lisede herkesin sınıfı kendine göre “en çalışkan”, “en eğlenceli” ve “en yaramaz”dır. Bizim sınıfımız da aynen öyleydi tabii:) Fakat bu tespit sanıyorum sadece öğrencilerinin yaptığı bir tespit değildir. O zamanlar derslerimize gelen öğretmenlerimiz hala bize “sizin gibi sınıf görmedik, gelmedi öylesi sonradan” diyorlar. Eğer her öğrencilerine bunu demiyorlarsa, demek hakikaten onlara da farklı gelen bir şey vardı bizim sınıfta:)

Kendi eğlencemizi kendimiz yaratırdık, bir de vizyonumuz o yaşa göre genişti, hep büyük hayaller besliyorduk. En önemli özelliği bunlar olsa gerekti sınıfımızın. Okuldaki ve şehirdeki hiç bir sosyal faaliyetten geri kalmazdık, şartları zorlamayı, bir şeyleri yoktan varetmeyi becerirdik. Şimdi "şöyleydik", "böyleydik" diye lafı daha uzatmayım. Anlatana zevkli, dinleyene feci sıkıcıdır nitekim:)))

Ben lise 2. sınıfın sonunda onlardan ayrıldım, Ankara'ya geldim. 1 yıl sonra zaten herkes üniversite okumak ya da çalışmak üzere dağıldılar. Elbette bir şekilde bir kısmıyla irtibatta olduk hep. Ama aradan geçen yıllarda bu irtibatlar giderek seyreldi. Taa ki Facebook sayesinde herkes eski arkadaşlarına ulaşma imkânına kavuşuncaya kadar:)

Facebook’u bu yüzden seviyorum : Bana başka başka yerlerde olan sevdiğim, bildiğim insanlarla sürekli irtibat halinde olma ve dilediğim an onlara ulaşabilme imkânını sunuyor. Kim nerede, ne yapıyor, hasta mı, sağlıklı mı, doğum günü mü, bir yakınını mı kaybetti vb., hepsini biliyorum. Bu bence hakikaten güzel bir şey. Bizim bu şartlar ve imkânlar altında artık “ya ilkokulda sınıfımızda Ayşe diye çilli bir kız vardı, kimbilir şimdi nerededir?” diye sormamıza gerek yok. Çok merak ediyorsan o Ayşe’yi, bir şekilde mutlaka bulursun artık.

Biz de önce Facebook’ta bulmaya başladık birbirimizi. Her bulunan eski arkadaşda bir sevinme hali, bir neşe. "E sen şimdi nerdesin? Ne yapıyorsun?" soruları... Bu coşkuyu Alev 3 yıl önce yaşamaya başladı: O da Facebook’tan ilkokul arkadaşlarına ulaştı, şansına o zamanlar yedikleri içtikleri ayrı gitmeyen bu dostlarıyla hala aynı şehirde yaşıyorlardı. O gün bugündür beraberler, bir daha kaybetmezler artık birbirilerini. Benim de arkadaşım oldular zaten:)

Sonra bir arkadaşımız tam 21 yıl sonra sınıfımızı bir araya getirme işine soyundu. İnanılmaz bir efor sarfederek 3 Temmuz 2010 akşamı Kuşadası’nda harika bir yemek organize etti. Ben iki elim kanda olsa kaçırmazdım bunu, koşa koşa gittik nitekim. Gitmeden organizasyonu yapan arkadaşıma sormadım bile "kimler gelecek?" diye. İstedim ki tam sürpriz olsun Gerçekten de oldu: Sınıfımızın neredeyse dörtte üçü gelmişti. 5-6 kişi ise son anda katılamamıştı. Neredeyse tam kadro olacakmışız...

Yaşadığımız mutluluğu siz tahmin edin şimdi... Çocukluk ve ergenlik çağında edinilen arkaşlar bir tür “kardeş” statüsünde oluyor galiba. İlerleyen zamanda ortak hiç bir yanınız kalmamış olabilir, hayat görüşleriniz, inançlarınız farklılaşmış olabilir. Ama farketmiyor, bu arkadaşları otomatik “kabul” ediyorsunuz. Ne yapsalar “eyvallah” diyecekmişsiniz gibi. Oysa daha ileri yaşlarda edindiğiniz arkadaşlıklarda daha bir ihtiyatlı davranıyorsunuz veya davranmak zorunda kalıyorsunuz bazı şartlar gereği, ne yaparsa yapsın "eyvallah" diyeceğiniz daha az arkadaşınız oluyor.

Gitmeden hafiften merak ediyordum "acaba tutukluk olacak mı?" falan diye. Gider gitmez de bu düşüncenin gereksiz bir yetişkin kuruntusu olduğunu anladım. Birbirimizi gördüğümüz ilk andan itibaren 21 yıl önce bırakılan yerden devam ettik. Mekana her yeni gelen olduğunda çığlıklar, bağırışlar havada uçuştu. Gecemiz 8’de başladı, sabaha karşı 4’te ancak ve zar zor bitti. Zor ayrıldık birbirimizden. Dedik ki "Bu işi her sene tekrarlayalım". Ha bir de dedik ki “Arkadaşlık gerçekten de asla bitmiyor”. Bir araya gelme konusunda gösterdiğimiz üstün başarı nedeniyle haber bile olduk:)

Bizim sınıf...

5 yorum:

minik dedi ki...

Çok etkilendim.Gerçekten insanın çocukluk anılarında yeri olan insanların ayrıcalığı oluyor.bu yüzden tüm sevdiğim insanları kızımla tanıştırmaya çalışıyorum.Sevgiler...

minimalist dedi ki...

facebook ile ilgili düşüncelerine katılıyorum; İnşallah hep tekrarlarsınız; ben de özendim şimdi.

Basak dedi ki...

Sevgili Minik; umarım şimdiki nesil de aynı duyguyu taşıyarak büyür.

Sevgili Minimalist teknolojinin kötülüklerini konuşuyoruz ama aslında amaca göre belli oluyor hepsi. Çok da fazla nimeti var bir yandan.

Olcay dedi ki...

Güzel Kareler.Güzel Blog Emeğinize Sağlık..
Boya Badana Ustası

Basak dedi ki...

Teşekkürler Olcay.