23 Ekim 2011 Pazar

SAKLI BİR CENNET: BAFA GÖLÜ


Çocukken Bafa Gölü’ne gitmek bir olaydı bizim için. Bafa Gölü'ne, Söke’ye çok yakın olmasına rağmen, o kadar sık gidilmezdi, ama gidilince de biz çocuklara bayram olurdu. Kuşadası’ndaki yazlık evimiz bitince bir daha gitmedik. Ta ki 2003 yılına kadar. 2003’ün çok soğuk bir Şubat günü bir grup arkadaşımızla Heraklia Antik Kentini gezmeye gidip, çok etkilenmiştik bu çocukluğumuzdaki haliyle kalmayı başarabilmiş büyülü yerden. Bafa Gölü’nü sarıp sarmalayan ve genel olarak Ege kıyılarının önemli bir kısmı boyunca denize uzanan Beş Parmak (antik dönemdeki adıyla “Latmos”) Dağları, mitolojiye en çok hikaye üretmiş, malzeme vermiş mekanlardan da biri aslında. Bu sene tatil planımıza tarihe ve mitolojiye meraklı dostumuz Suat da katıldığı için, rotaya Bafa Gölü bölgesini ekleme fikri ondan geldi. Suat uzun yıllar önce bölgeye gitmiş, trekkinglere katılmış, tadı damağında kalmış. Önermesiyle kabul etmemiz bir oldu.

Çoğunuz bilmeyebilirsiniz: Bafa Gölü ve onu çevreleyen Beş Parmak Dağları bünyesinde doğal güzelliklerin yanı sıra, çok önemli tarihi eserler, kalıntılar barındırıyor. Hatta bu güzellikler ve kalıntılar o kadar yoğun ki bu bölgeye layıkıyla gezip keşfetmek ortalama 15 gün gerektiriyor. Mitoloji’nin popüler lokasyonu olan bu bölgede bu kadar çok kalıntı olmasına şaşmamak lazım aslında. Büyüleyici doğal güzellikler, o dönemler için ideal yaşam alanları demek olan savunması nispeten kolay, güvenlikli bölgeler ve verimli topraklar tarih öncesi dönemden başlayarak pek çok uygarlığın bu bölge üzerinde yerleşmesine sebep olmuş. Belki ortaokul ve lise ders kitaplarından hatırlayacağınız, arkaik dönemlere ait bazı mağara resimleri de bu dağlarda bulunuyor. Düşünün yani, hikayesi ne kadar eski…

Alaçatı’dan ayrılıp İzmir-Aydın Otobanının Ortaklar – Söke- Kuşadası çıkışından çıkıp, Bodrum yoluna sapmanız gerek Bafa’ya ulaşmak için. Bu yoldan geçenlerin yapmak zorunda olduğu bir aktivite de Ortaklar ve Söke arasında yan yana dizilmiş çöp şişçilerde çöp şiş yemek. "Zorunda" diyorum, çünkü yapmazsanız (ve vejetaryen değilseniz) bu lezzeti kaçırdığınıza pişman olabilirsiniz. İyisi mi yolunuz düşerse, bir tadına bakın:)

Bafa Gölü yoluna akşam üstü saatlerinde, hani o güneşin en tatlı portakal - kızıl ışınlarını yaymaya başladığı sırada girdik. Yola sapmamızla birlikte, manzara da o noktaya kadar gördüklerimizden birden ve o kadar keskin şekilde farklılaştı ki, dinlediğimiz müziği de böylesi mistik bir ortama çok daha uygun düşeceğini düşündüğümüz Kelt müziği ile değiştirdik. Maki bitki örtüsüyle uzaydan fırlatılmış gibi görünen dev kaya kütleleri bir ortama ancak bu kadar mistik bir hava katabilirdi. Bizim oralar genelde ovalık ve makiliktir. O yüzden beklemediğimiz bir anda karşımıza çıkan ve volkanikmiş hissi veren bu parça parça serpilmiş kaya kütlelerinden çok etkilendik.

Kapadokya' dakilere benzeyen kaya kütleleri

Kapıkırı köyünde bulunan ve Küçük Oteller Kitabından “rakı sevenleri özellikle seviyorlar” notu nedeniyle seçtiğimiz, “jungle” haline gelmiş bir bahçede kaybolmuş bungalov odalardan oluşan pansiyonumuza yerleştik. Bahçeden sonra göze çarpan, pansiyonun resepsiyon bölümünün kütüphane ve tabii sayısız kitapla kaplı olması. Sahiplerinin okumaya meraklı oldukları hemen anlaşılıyor.

Pansiyonumuzun girişi ve restoranı

Burada vaktimiz kısıtlı olduğu için, ilk iş güneş batmadan antik kentin kalıntılarının hiç olmaza bir kısmını görmek oldu. Hafif çaplı mini bir yürüyüşle şehrin agorasını, uzaktan da olsa tiyatrosunu, bir takım başka yıkıntıları görme imkanı bulduk. Bu mini turda artık modası geçti sandığımız, eski bir “turistik yer kabusu” olan yemenici teyzelerin ciddi tacizine uğradık. Bu öyle bir şey ki, el emeklerini satarak 3-5 kuruş kazanamaya çalışan insanlara kızmanız kolay olmuyor. Diğer taraftan neredeyse kolunuza yapışacak kadar yakın mesafeden “taciz “boyutuna varan “al al al” ısrarları ister istemez bir süre sonra tepenizi attırıyor. Hadi bu neyse, işin kopma noktası almadığınız için üstüne bir de azarlanmak, vicdanınıza dokunsun diye söylenen sitemkâr laflar oluyor:) Uzundur başımıza gelmediği için unutmuşuz, ama Kapıkırı’nda ise Alev’in tabiriyle “Yemeni Tacirliği” son hız devam etmekte:)

Göl kıyısında muhteşem bir güneş batışına şahit olduk. Zaten Bafa gölünde güneşin batışını seyretmek özellikle tavsiye edilen, hoş bir tecrübe… Köy, "sevimli bir Ege Köyü göreceğim" hayaliyle gidenleri biraz hayal kırıklığına uğratabilir. Biraz metruk ve bakımsız.
Kapıkırı'nın tepeden görünümü

Sadece bir gece kaldığımız pansiyonumuzun odalarına "zevkli" diyemeyiz, ancak ultra temiz ve düzenliydi, ki zaten başka ne isteyelim? Ama asıl unutulmaz olan, pansiyon sahibimizin kendi elleriyle yaptığı ve çatlayana kadar yemezseniz tatmin olmadığı ızgaralar ve eşinin hazırladığı zeytinyağlılardı. Zeytinyağlı pırasa hepimiz yedik, annemin sırf bana yedirebilmek için yarattığı şahane yemeği etli, nohutlu pırasayı da bilirim, ama zeytinyağlı, koruk suyu ekşili, nohutlu pırasayı ilk kez orada tattık ve lezzetine bayıldık. Sırf bunu yemek için bile yine gitmek isterim.

Eğer bu yeşil sağanağı arasından seçebilirseniz, kaldığımız odanın fotosu:)

Pansiyonda seyyah modunda daha çok yabancı turist bulunuyordu. Pansiyon sahibi ve aynı zamanda rehberlik yapan oğlu ile sohbetlerimiz geç saatlere dek sürdü. Bize hem bölgenin tarihini, hem de bölgenin korunması ve tabii korunamamasıyla ilgili endişelerini, şikayetlerini, yapılsa iyi olacakları anlattılar. Rehber olan genç arkadaş kısıtlı zamanımıza uygun bir trekking parkurunu ertesi sabah çok erken yola çıkarsak yaptırabileceğini, yaklaşık 2,5 saat sürecek bu yürüyüşte antik şehir kalıntıları ve mezarların yanı sıra, eski bir Bizans Kilisesi kalıntısı göreceğimizi söyledi. Sabah 6’da yola çıkmak gereği bizim uzamış sohbetimizin de sonunu getirdi zaten:)

Sayısız vadiden bir tanesi

Ege’de güneş yüzünü Doğu bölgelerine kıyasla geç gösterir yüzünü. O yüzden erken saatte yapılacak yürüyüşler için uygun serinlik olur o saatlerde. Biz de güneş yüzünü göstermeden, etraf henüz alaca aydınlıkken çıktık yola. Bizle beraber 8-9 kişilik çoluklu çocuklu 2 Fransız aile de vardı. Rehberimiz epeyce bilgili ve konuşkandı. Eskişehir’de üniversite okumuş, gelmiş köyüne, toprağına ve tarihine sahip çıkmış. Oralarda büyüdüğü için bölgeyi avucunun içi gibi biliyor. Kendi gayretleriyle almanca ve İngilizce öğrenmiş, gayet güzel konuşup yabancılara en azından ihtiyaç duyacakları temel bilgileri veriyordu. Sabahın kör vakti afyon patlamadığından mıdır ne, biz biraz fazla konuştuğunu düşündük:) Ancak, hiç konuşmamak ve bilgi vermemek de büyük beklentileri olan turist gruba yapılacak iş değildi tabii:) "Kendimiz biliyoruz ya yeter" şeklinde bencil bir histi açıkçası:)

Yürüyüş rotasında sıkça göreceğiniz kaya mezarlar


Tabiatın güzelliğinden ve orijinalliğinden etkilenmemek imkansız. Sürprizli kısmı ortamın bir miktar Kapadokya Bölgesini andırıyor olması. O yüzden rehberi can kulağı ile dinlemeyip, daha çok manzaranın seyrine dalıp, binlerce yıl öncesinde burada hayat nasıldı acaba diye hayaller kurduk. Sık sık “ya keşke daha çok kalsaydık da her yeri gezseydik” dedik. Ancak sayılı günden oluşan tatilimizde özenle hazırladığımız ve her gidilecek yerde yaptığımız otelden arkadaşa çeşitli angajmanlar olduğundan, öğle saatlerinde bu bakir ve enteresan bölgeye veda edip, bir sonraki rotamız olan Bodrum’a doğru yola çıktık.

Suat’ın bakış açısından Bafa gölü gezimizin özeti de şöyle:

“Bafa:

Lerzan, Berke ve ailesiyle vedalaşma ve Bafa’ya müteveccihen yola koyuluş. Başak’ın memleketi Söke yakınlarındaki Ali Baba Çöp Şişçisinde çatlayana kadar çöp şiş yeme, restoranın bereketini arttırma, restorandaki kızın bizi çok sevmesi üzerine bize bir de dev karpuz yedirmesi. Bafa gölü kenarındaki Herakleia antik kentine yaklaşırken, büyülü manzaralara en iyi şekilde eşlik edecek Celtic müzik parçaları dinleyerek kendimizden geçiş. Otelimize yerleşip etrafımızı keşfe çıkış. Eski adı Herakleia olan ve muhteşem bir yaratıcılıkla “Kapıkırı” adı verilen yerin ahalisinin ticaretteki cevvalliklerinden bunalan Alev’in, ahaliye “yemeni tacirleri” adını takması. Akşam yemeğinde iyi niyetli ama konudan konuya atlayan otel sahibi ve “politically aware” oğluyla “Türk Siyasal Yaşamı ve Osmanlı Siyaset Sosyolojisi” konularında içkili sohbet toplantısı… Otel yemeklerinin lezzetiyle kendimizden geçiş.

Sabah erkenden 2 kalabalık Fransız aileden ve bizlerden teşekkül etmiş bir grup olarak antik Herakleia kalıntılarına ve manastırlara tırmanış. Yürüyüş esnasında, rehberimiz “politically aware” çocuğun, kerameti kendinden menkul çeşitlemelerinden oluşan sohbetine maruz kalınmamak için yarısı güleç, yarısı nemrut Fransızların kah önlerinde, kah arkalarında, zaman zaman aralarında, ama mutlaka saklanarak yürümeye çalışmak…”

7 yorum:

UÇURTMA;) dedi ki...

Çok güzel bir yer, umarım gitmek gezmek görmek bizede nasip olur

Adsız dedi ki...

nefes alabildiğim tek yersin ege - didim kuşadası aydın izmir bodrum ..

Güçlü dedi ki...

Çok güzelmişti :)...
Facebook hesabındaki "yemeni taciri" nin sırrını da öğrenmiş oldum böylece, her seferinde sormayı unutuyodum...

Positiveview dedi ki...

güzel yerler hakikaten

Basak dedi ki...

Yorumlarınızı geç yayınladığım için kusura bakmayın: Hamileliğim ve evi savaş alanına döndüren tadilat nedeniyle bloga vakit ayıracak rahat bir ortamdan yoksunuz bu aralar:)

alkan dedi ki...

bu güzel blog için sonsuz teşekkürler.

seyabb dedi ki...

Muhteşem yerler.