4 Mayıs 2009 Pazartesi

İLLEDE LİKYA OLSUN - 1

Alev ve ben halis bir Anadolu uygarlığı olan Likya'nın hayranlarındanızdır. Tarihte o ya da bu sebeple az yer verilmiş, daha doğrusu ön plana az çıkarılmış, hatta kimi zaman bilinçli olarak Yunan uygarlığının parçası gibi lanse edilmiş ve fakat gerçeği bunlardan çok farklı , etkileyici bir tarih ve kültüre sahip olan bu uygarlığın izini senelerdir süreriz. Her yıl tatillerimizde Likya Yolu parkurlarından bir kaç rotayı mutlaka yürüyerek ya da kano ile (hatta 2 yıl önce 550 kmlik rotanın tamamını offroad yaparak, tek seferde katetmek imkânımız da oldu) geçer, eski Likya kentlerini tekrar tekrar ziyaret ederiz.

Likya Yolu'na bu kez farklı bir açıdan bakmak için, 23-26 Nisan'da maceranın adresi Explorer'ın organizyonu ile "Gökbük - Alacağ Doğa Koruma Alanı - Gelidonya Feneri Gezisi"ne katıldık. Explorer'ın organizasyonları maksimum doğa, bol hareket ve daimi keşif demektir. Arada (ve illaki) beklenmeyen sürprizler de programlara dahil olunca, bu faaliyetleri "macera" diye tanımlamak hiçte hatalı olmaz.

Rehberimiz yine Ertuğrul Melikoğlu. Ertuğrul'un kendisi bizzat macera avcısı olduğundan, "bu sene daha ilginç ne yapabilirim" diye yine düşünüp, bu programı hazırlamış. Programın ana teması (ve hedefi) Akdeniz'in yüksek yaylalarında Nisan sonunda ve sadece bir kaç haftalığına açan yabani dağ lalelerini bulmak. Tabii, bereketli Akdeniz'in sunduğu sayısız ve bazen beklenmedik güzellikler nedeniyle, bu hedef diğer pek çok hedef ve keyiften sadece biri oldu:) Bu gezide bizlere bitki ve kuşlar konusunda son derece bilgili bir uzmanın eşlik etmesi, gezinin diğer bir orjinal yanıydı. Emekli tıp doktoru Sevgili Riyad sayesinde özellikle Akdeniz bitkileri hakkındaki bilgi ve görgümüzü arttırdık.

23 Nisan sabahı Antalya'da denize nazır kahvaltımızı edip, konaklamayı yapacağımız Finike yakınlarındaki Gökbük Köyü'ne doğru yola çıktık. Bazılarınız biliyordur, Antalya'daki Tahtalı Dağı'na (2365 m) uzun süren siyasi ve çevresel kavgalardan sonra bir teleferik yapılmış. Yol üstünde tabelasını görünce, programda olmamasına rağmen "buraya kadar geldik, fazladan bir de zirve yapmanın ne mahsuru var?" diyerek teleferikle Tahtalı Dağı zirvesine çıkmaya karar verdik.

Orada bize verilen bilgiye göre teleferiği yapan ve işleten yabancı bir firma (öyleki bilet kesen kız bile yabancıydı). Çevrecilerin tüm itirazlarına ve daha önceki hükümetlerin onayını alamamasına rağmen, son genel seçimden sonra hizmete girmiş. Hikayenin bu kısmını detaylı araştırmadım, amacım bunu tartışmak da değil. Ancak, bir şekilde hayata geçmiş, insanlarda merak uyandıran ve vızır vızır işlediği için para bastığı da belli olan böyle bir yatırımın ülke ekonomisine önemli bir katkı sağlamıyor olması biraz can sıkıcı.


Tahtalı Dağı zirvesinden inen teleferiğin görüntüsü

70-80 civarında insan taşıyabilen bu modern teleferikle Tahtalı Dağı zirvesine ulaşmamız sadece 20 dakikamızı aldı. Dağın doğal güzelliklerinin ve tabii ki Antalya sahil şeridinin panoromik görüntüsünün o yükseklikten seyri gerçekten çok keyifli. Zirve noktasında kafeterya, restoran ve hediyelik eşya dükkanından oluşan bir kaç katlı, zevksiz bir yapı var. Orada biraz vakit geçirip bir sonraki teleferikle aşağı iniyorsunuz. Tırmanış yapmak istemeyen ama yine de dağların tepelerini merak edenler için güzel bir fırsat sunuyor teleferik.

Bayağı yükselmişiz...

Aşağıdaki yaz havasının tersine, Tahtalı Dağı zirvesi karla kaplı

1. günümüzün öğle saatlerinde 3 gün boyunca konaklayacağımız Gökbük Köyü'ne ulaştık. Gökbük Köyü "tahtacı" diye bilinen Alevi Türkmenlerinin köyü. Gitmeden önce "burası nasıl bir yerdir acaba?" diye Alev'in yaptığı araştırmalardan biraz bilgi derlemiştik. Melih Eriş'in Foto Gezgin 'e yazdığı bu yazı bulduğumuz bilgiler içinde "Gökbük Cenneti"ni en iyi anlatanı. Gittiğimizde bulduklarımız Melih beyin anlattıklarından farklı değildi. Bu köy bana göre adeta cennetten bir parça gibi göründü, o yüzden "köy" yerine "cennet" demeyi tercih ediyorum.


Köy evleri

Köyün ortasından akan, yazın yüzülebilen dere (yoksa nehir mi demeli?)

Hani ilkokul kitaplarından zihnimize girmiş pastoral bir "Anadolu köyü" tasviri vardır: Etrafı beyaz şapkalı dağlar, ormanlar ve binbir bitkiyle çevrili, rengarenk, kedili, köpekli, tavuklu, horozlu, içinden dere akan, minik sevimli evleri, çınar ağacının altındaki kahvesi ve aydın yüzlü, aydın ruhlu, candan insanlarıyla... Ben daha ilerleyen yaşlarımda Halikarnas Balıkçısı'nın Ege köyleri tasvirlerinde izini sürerdim bu huzur cennetlerinin... İşte Gökbük, bu tasvirin hayat bulmuş hali.

Her yerde sardunya...

Mısırlar (Ahmet Amcanın güzelim evinden bir kesit)

Köyde önü boş olan pencere yok

Enerji konularına takıntılı biri olarak, bu köye girer girmez farklı ve yüksek bir enerji alanına girdiğimizi hissettim [hoş ben ne zaman Ege ve Akdeniz'e kavuşsam böyle hissederim:)] , bence dağdan, taştan ve en önemlisi insanlarından delice bir yaşam enerjisi fışkırıyordu. "Acaba Halikarnas Balıkçısı buraları görmüş müydü?" diye düşünmeden edemedim, onun meşhuuuur, gür "merhabaları" nı köy halkından duydukça... Ve çok geçmeden bu hissiyatımın doğru olduğunu anladık.

İlginç bir bitki ve harika bir bahçe düzenlemesi

20 yorum:

Asortik Krep dedi ki...

O ilginç bitki yılan kaktüsünün çiçekli hali :) Düzenleme süper bence de :)
Birde madem Likya'yı seviyorsunuz Fethiye Müzesindeki Likyaca dahil 3 yanı 3 dilde yazılmış taş anıtı biliyorsunuzdur,ya da bilmiyorsanız mutlaka gezmenizi tavsiye ediyorum..

Basak dedi ki...

Sevgili Asortik, bilgi için çok teşekkür ederim. Ben yılan kaktüsünü en son rahmetli anneannemin Çine'deki bahçesinde gördüğümü hatırlıyorum ama böyle güzel çiçekleri de olduğunu bilmiyordum. Tavsiyene uyacağım, Fethiye'ye gelmeyeli yıllar oldu, tabii müzesine de gitmedik:(

cakiltasi dedi ki...

susak içine ekmişler:) bizim köyde eskiden yetiştirirdi babaannem sonra olmuşları delinip maşrapa ya da böyle saksı olarak kullanılırdı. içindeki tohum sesleri ile marakas olarak bile kullanılır. ben de susağı görünce köyün eski zamanları aklıma geldi:)
yazının devamını dört gözle bekleyeceğim. okurken bitirverdi birden:)

Basak dedi ki...

Sevgili Çakıltaşı, sizlerden bu faydalı bilgiler geldikçe iyiki blog yazıyorum diyorum. İnteraktif bir paylaşma ve öğrenme ortamı oluyor, çok hoşuma gidiyor. Sana da çok teşekkür ederim bu değerli bilgiyi dağarcığıma kattığın için:) Malum ben uzun yazıyorum, okuyucuyu sıkmamak için bölüyorum yazıları, en kısa zamanda diziyi tamamlayacağım, bu daha sadece" "giriş" bölümü diyebiliriz:)))))))

Adsız dedi ki...

Sevgili Başak ve ALev; size bu kadar yer gezip görebildiğiniz için size imreniyorum. Gezdiklerinizi, gördüklerinizi bizimle paylaştığınız için de ayrıca teşekkür ediyorum. DOlu dolu bir blog burası...Sevgiler...

Basak dedi ki...

Sevgili Maviye Yolculuk, çok teşekkürler güzel görüşün için. Bize sorsan yeterince gezemiyoruz:) Neyseki bir süredir an içinde içe yolculuğa çıkmayı becerebiliyorum, fiziki seyahatlere olan amansız bağımlılığım bu sayede biraz dengeye geldi:)

Alev dedi ki...

Maviye yolculukcum, peş peşe yazıp okuyunca sanki çok geziyormuş gibi geliyor.

Feride Nizamettin dedi ki...

Ne güzel kendimi kaptırıp okuyordum bir anda bitiverdi hikaye :( devamı çabuk gelsin lütfen!

Basak dedi ki...

Pisikocum elimden geleni yapacağım (anneciğim geldi ziyarete de...) sorun yazmaktan ziyade görselleri derlemek:)

Kadir dedi ki...

Likya Yolu ile ilgili bir yazı okumayı beklerken yazınız çıktı karşıma..Ne güzel de okuyorduk, kısa kesmişsiniz yazınızı :((

Nasıl geçti tatiliniz ? (Arkası yarın sanırım (: )

Likya Yolunu ne zamandır yürümek istiyordum. Şu anki planımda haftaya cuma yola çıkıyorum Olimpos-Kaş arası yürüyeceğim..Bakalım nasıl olacak..

Elinize sağlık...devamını bekliyoruz..

Alev dedi ki...

Kadir merhaba. Esasında Likya ile ilgili kısımlar bu yazı dizisinin diğer bölümlerinde. Sen yürüyüşe başlamadan yetişir sana. İleriki zamanlarda Likya Yolu'nun farklı rotalarında yaptığımız başka seferlerin de yazıları olacak. Senin Olimpos-Kaş yürüyüşünü de blog'undan takip ederiz artık. Keyifli yürüyüşler.

Basak dedi ki...

Merhaba Kadir, yazdığın yorum sayesinde blogunla tanışmış olduk, iyi oldu:)
Bu gezide klasik Likya Yolu Rotası'nın daha önceki Likya yürüyüşlerimize kıyasla çok daha kısa olan bir bölümünü (Gelidonya Feneri - Adrasan yönünde Gelidonya Feneri'ne kadar olan kısmı) yürüdük. Yazıyı bir kaç bölüm halinde planmıştık, bir kaç güne kadar kalan kısımları da yayınlamyı umuyorum. Sevgiler ve şimdiden keyifli bir yürüyüş dilerim:)

Kadir dedi ki...

Böyle güzel yazılar biraz zahmet gerekiyor.. Hadi yazayım demekle olmuyor...En azından ben böyle yapamıyorum.. Bende sizler gibi gezmeyi, yeni yerler keşfetmeyi ve yaşadığım, edindiği bilgi birikimleri paylaşmayı seviyorum. Ülkemizde bu amaçta pek fazla blog yok ne yazık ki..keşke olsa..daha önce Ağrı ile ilgili yazılarınızı okumuştuk.. Çok kıymaetli bilgiler vardı içlerinde.. Zaten sizi uzun zamandır netvibes üzerinden takip ediyorum..

Ama sizlere nacizane bir tavsiye yada istek diyelim :)) yazılarınızı fazla bölüme ayırmayın..sizde de oluyor mu bilmiyorum ama bir yazıyı bir oturuşta, yazıp bitirebilirsem o güzel oluyor.. yoksa araya başka şeyler giriyor ve kalıyor..

Likya yolu ile ilgili de her türlü tavsiyeye açığım..Yazı(ları)nızı bekleyeceğim..

Sevgiler..Selamlar..

Basak dedi ki...

Sevgili Kadir güzel düşüncelerin için teşekkür ederiz. Ve emin ol tavsiyelerine dikkate alacağım:)

Ayşegül Taştaban Erzincanoğlu/ Behçet dedi ki...

Likya yolu bizimde hep aklımızda, dolayısıyla yazıyı görörünce çok sevindim ve acaip keyifle okudum. Fotoğraflarda harika. Ellerine sağlık.

Basak dedi ki...

Ayşegül, eğer hiç yürümediysen, bir parkurdan başla derim, bir daha vazgeçemeyeceğine ve tüm rotayı tamamlama arzusuyla yanıp tutuşmaya başlayacağına eminim:)

a cup oof caffein dedi ki...

@Merhaba,
Yazınızı merakla bekliyordum. Gelidonya fenerini maceralı bir yolculuk sayesinde görmüştüm. Ama o yolun güzelliğini asla unatamıyorum. Gökbük köyünü sizden öğrendim. Yakında antalya yolculuğumuz var gidebilirmiyiz bilmiyorum ama en kısa sürede gidilecekler listesine aldım...:-)
Bu arada söylemeden edemeyeceğim ODTÜ'lülerin türkçesi ve edebiyatı harika. Alev muhteşem güzellikte yazılar yazıyor. O yazıları okuduktan sonra ODTÜ'lü olmak istiyoorum...:-)
selamlar...
Arzu- a cup of caffein

Basak dedi ki...

Arzucum; ille de ODTÜ'lü olmaya gerek yok, nitekim Alev de ben de ODTÜ'lü değiliz:)) ODTÜlüler ile ilgili görüşüne katılmakla beraber, ODTÜ ile organik olarak tek bağımız (arkadaşlarımız dışında) bir zamanlar Alev'in ODTÜ su topu takımında oynamış olması. Sanırım onun bu konusa yazdığı bir yazı nedeniyle ODTÜ'lü olduğumuz hissine kapıldın.. Ben hukuk mezunuyum, Alev ise başka bir üni.ninden mezun kimya mühendisi.
Yine de iltifatın için çok telekkürler, annem burada ve onunla zaman geçirdiğim için yazının devamını henüz yayınlayamıyorum. Çok teşekkürler ve sevgiler

PERİLİ KÖŞK dedi ki...

Bu nasıl güzel bir köy ,gerçekten cennet gibi bir yere gitmişsiniz,
Likya yolu çok merak ettiğim sayende belki bir cesaret gideceğim bir rota olacak.Anneciğinle bol bol hasret gider...

Basak dedi ki...

Perili Köşk, kendi cesaretine ve kondisyonuna uygun bir dolu rotası var, fırsatın olursa bir parkuru yürü, güzel bir deneyim olacaktır. Sağolasın:)