31 Ekim 2009 Cumartesi

KÖYDE YAŞAM - İLK GÖZLEMLER: ZAMAN GEÇİRME ŞEKİLLERİ

Hep köyde yaşamadığımız ve oradaki evi biraz da şehrin hareketli temposundan çıkıp doğada kafa dinlemek için edindiğimizden, köy ziyaretlerimizin bir diğer motivasyonu keyif yapmak oluyor haliyle. Diğer yandan, orada zaman o kadar durağan geliyor ki, tüm gün yan gelip yatsanız inanın feci derecede sıkılırsınız. O nedenle önce bir miktar işi halledip (ki hep yapılması icap eden bir takım işler hep oluyor), iyice bir yorulduktan sonra yapılan keyfin tadı daha çok çıkıyor.

Bizim en keyif aldığımız aktivite orman yürüyüşü. Bu kadar keyif almamızın sebebi ise yaklaşık 2 yıldır içine girip yürüdüğümüz ormanda istinasız her seferinde daha önce geçmediğimiz bir rotayı keşfediyor olmamız. Alev’in yön bulma kabiliyeti fazlaca gelişkin olduğundan, zaten kaybolmayız, fakat köylülerin belki de yüzlerce sene içinde yürüye yürüye açtıkları orman patikaları da yön bulmayı hiç bilmeyen insanlar için birer güvence. Her biri bir şekilde birbirine ve nihayette de köy yollarına bağlanıyor.

Küçük bir misafirimiz köyde geçirdiği zamandan çok memnun kalmıştı...

Mevsimlerin bitki örtüsü üzerinde yarattığı etkileri bu kadar yakından gözlemleme şansını ilk kez elde ettik. Her mevsimin kendine has güzelliklerini burada daha net farkedebiliyorsunuz. Sonbaharda kahve, kırmızı, sarı, mor ve lacivertin binbir tonu ile bezenen ormanlar , kışın bembeyaz, yaz ve bahar aylarında ise çılgınca yeşil oluyor. Bahar ve yaz aylarında bu cümbüşe çiçekler, kuş cıvıltıları ve çağıldayan minik derelerin sesi de katılıyor.

Köy hayatı içinde düzenli yapılması gereken işlerden önceki yazılarımda bahsetmiştim. Bizim gibi arada bir bu hayata karışıyorsanız, normalde hergün yapılmak zorunda olan bu işleri az gidince, "bıkma" ya da "yılma" kotanız dolmadığından, biraz da "hobisel" olarak yapıyorsanız. Alev’in odun parçalamayı sevmesi gibi... Benim genelde uğraştığım, klasik, ev işleri oluyor tabii. Eve gidişlerimizin çoğu misafirlerle olduğundan, misafir öncesi ve sonrasında yapılması gereken işler oluyor. Ama nedense, Ankara’da bazen beni sıkan bu işler orada keyif veriyor:) Çünkü bu derin sessizlik, zaman baskısı veya yetişilecek bir yer ya da programın olmaması ve yüksek miktarda oksijen beden hareket halindeyken bile meditatif, dinlendirici bir etki yaratıyor.

Doğada geçirdiğimiz zaman arttıkça, doğanın sesini dinlemeyi ve onunla akmayı da öğreniyorsunuz. Vücut-ruh-zihin saatleriniz doğaya göre yeniden ayarlanmaya başlıyor. Öğrendikçe sadece orada değil, şehirdeki hayatınızda, hayatınızı algılama tarzınızda da değişimler başlıyor. Çok ama çok kısaca "ne gerek var?" veya "gerek var mı?" modu diye özetleyebileceğim bir değişim bu : Daha fazlasına, gereksiz ve faydasız bilgi- haber bombardımanına maruz kalmaya, toplumsal onay kaygısına, grup aidiyetine, sürekli yargılamaya, sürekli endişelenmeye, sürekli almaya, başkalarının davranışlarına müdahale etmeye, fikirlerini çürütme çabasına veya size bunları yapmaya çalışanlara, gereğinden fazla tüketilen herşeye "ne gerek var?" veya "gerçekten gerek var mı?" diye sorma-sorgulama modu bu. Elbette, insan nefes aldığı her an bir şey öğrenir zaten. Gel gör ki özünde ait olduğu doğada daha fazla vakit geçirmeyi yeniden hatırladığında ve bunu yaptığında, alacağı ders sayısını arttırarak dönüşümünü hızlandırıyor sanırım:)

Keyif düşkünü insanlar olduğumuz artık anlaşılmıştır. Kendimizi iyice yorduktan sonra yapılan keyif ise hakikaten başka oluyor [Hatta Alev ve benim "keyif" için yaptığımız tanım bu sanırım: Bedenen iyice yorulduktan sonra sana haz veren başka bir şeyi daha yapmak:)] Mesela kahve-çay eşliğinde kitap keyfi yapmak, mesela mangal keyfi yapmak, mesela çıtırdayan kuzineyi hoş bir müzik ve bir kadeh şarap eşliğinde izlemek, mesela doğanın sesini dinelemek, mesela “Bolderdash” ya da sessiz sinema oynamak... Mesela tüm bunları arkadaşlarla yapmak...
Kafffe keyfi:)

Misafirle daha güzel oluyor sanki bu ev. Şimdiye kadar misafirsiz gittiğimiz az oldu, o da güzel elbette ama kafa dengi dostlarla, aileyle orada olmak çok daha güzel. "Kafa dengi" derken, doğa içinde sıkılmadan kalabilecekleri kastediyorum biraz da. Gerçi herkesin bir haftasonu böyle sessiz, "dijital olmayan", "manuel" bir ortamda bulunmaya tahammülü olsa gerek:) Yine de orman yürüyüşleri hareketi pek de sevmeyenleri biraz yorabilir. Yürüyüşlere gelmemek serbest (!) olmakla birlikte, şu ana kadar gelmemeyi seçen de olmadı. Bilemiyorum bu seçimlerinde ıssız ve bilmedikleri bir dağ köyündeki bir evde gruptan ayrı, bir başına kalmak istememenin etkisi oldu mu:))))))) Ama, ev sahibi olarak biz de olabildiğince insaflı davranıyoruz bu konuda: Konukların sportif performans ve heveslerine göre belirlemeye çalışıyoruz rotayı. Sonradan esaslı küfürler yememek için:)

Popüler bir Türk sporu olan "atıcılık" da köy yaşamına bulaşınca hortlayıp çıkıverdi genlerimizden:) Alev'in kuzenin hediyesi olan bir havalı tüfekle kola-bira kutusu vurmaya çalışmak da popüler köy aktivitelerimizden. Silah-tüfek hiç sevmem, böyle zararsızı dahi ilgimi çekmiyor. Ama bu tüfek sayesinde aramızda nice keskin nişancılar olduğunu keşfettik:)

Kola kutusu avındaki avcılar:)

Geçen kış harika bir eğlence daha ekledik köy aktivitelerine: şamyel lastiği ile kar kızağı... Abant Gölü'nde favori bir faaliyetmiş zaten. Normal kızaktan farkı sürati ve konforu (poponumuzu lastiğin ortasına iyice yerleştirmediğiniz sürece tabii, bunu yaparsanız şamyelin her havaya fırlayıp yerle tekrar buluştuğu noktada cidden canınız yanabilir)

Abant usulü şamyel kızak

Bu da klasik kızak, bir arkadaşımızın taa çocukluğundan kalma. Küçük olduğundan bunda denge bulması zor, biraz da (özellikle şamyele göre) yavaş

Misafir geldiğinde favori yemek organizasyonu tabii ki mangal yakmak oluyor. Nedense Türk insanın kafasında "su kenarı+orman+dağ= mangal" şeklinde bir algı var. Biz de bu kategorideyiz tabii. Geçtiğimiz bayrama kadar köye gittiğimiz her sefer de, karlı gece ayazında dahi mangalımızı yaktık. Geçtiğimiz bayram ise usta bir ahçı ve gurme olan kızkardeşimin girişimiyle ilk kez kuzinemizden azami faydayı sağlayıp, "efektif" bir şekilde yemek yapmanın keyfini tattık: Kuzine üzerinde mantarlı et sote yaparken, fırınında da patlıcan ve patates közledik. Bu öyle bir keyif verdi ki mangal gözden düşüverdi.

Bir diğer güzel öğün ise sabah kahvaltıları. Özellikle havanın sıcak olduğu dönemlerde bahçede yapılan kahvaltının yeri ayrı. Olabildiğince yerel-organik ürünlerden ve bahçemizin mahsüllerinden oluşturmaya çalıştığımız bir öğün bu. Bolu bu konuda bir hazine zaten.

Canım çekti bak şimdi:)

Oksijen fazlalığından mıdır nedir, orada daima burada yediğimizden daha fazla yeme ihtiyacı hissediyoruz. Belki biraz da şımarıklık, hani yani ille keyif yapacağız ya:) Ama her gelenin hem fikir olduğu gibi, çatlayana kadar yediğini düşündüğünde bile 1 saat sonra hiç bir şey yememiş gibi hissetmek olağan bir durum.

15 yorum:

Handan dedi ki...

bu kahvaltı masasından ben de istiyorum!

minimalist dedi ki...

çok güzel bir lüks! Bu tür lükslere zaman ayırmadıkça hayatın ne anlamı var ki! Bol bol keyfini çıkarmaya devam... Tabi biz de izlemeye :))

nilüfer dedi ki...

Doğa öyle bir rehber ki; daha önce varolan "takık algıları"; dediğiniz o "ne gerek varlar"a "farketmeez" algısına çeviriyor hem de algısal bütünlüğü yorup hırpalamadan, olağan, oldugu gibi, zaten oldugun hal bu noktasına taşıyarak, harika paylaşımlar bunlar, teşekkürler:)

Asortik Krep dedi ki...

Mimlendiniz efendim..
Ben de kır evine geçtiğimde silah almayı düşünüyorum,ama korunma amaçlı,kullanma değil :)
Şu haftasonu evi yazılarına da bitiyorum.

Basak dedi ki...

Handancığım sözüm söz, Bursa - Ankara'nın tam ortası burası, buluşma için ideal, sana alasını hazırlayacağım:)

Sevgili Minimalist; hayatın sunduğu basit keyifleri "lüks" diye tanımlayınca başlıyor her şey.

Sevgili Düş; "algısal bütünlüğü yorup hırpalamadan" demişssin ya bu çok doğru, hakikaten öyle oluyor.

Sevgili Asortik; Sen zaten cennete yaşıyorsun hep:) Mime bakıp, ilk fırsatta cevaplayacağım. Teşekkür ederim.

Handan dedi ki...

:))) biliyordum ki biliyordum ki:))))))

HaNdE... dedi ki...

yaaaa pazartesi pazartesi yine içim açıldı...:) ama çalışma motivem gitti nolucak? :):)

Basak dedi ki...

Handan kurabiyeler senden ama:)

Handeciğim seni de köye alalım o zaman:) bana orada bir hamaratlık geliyor, hepinize keyifle ağırlarım valla:)

Meyvelitepe dedi ki...

Ormanda dolaşmanın zevki bambaşka, dediğiniz gibi her mevsim, hatta hergün yeni bir yüzüyle karşılaşmak mümkün oluyor.
"Keyif" tanımlarımız çok benziyor,
dikkat yakında şehre dönmemek için nedenler yaratmaya başlayabilirsiniz:)

Sevgiler...
Jale

Basak dedi ki...

Sevgili Meyvelitepe;
Haklısınız, benim yıllardır hep bahanem var aslında:)

hayal dedi ki...

"Manuel" tanımı çok hoşuma gitti.. Evet eminim ben de istiyorum "manuel" haftasonları (henüz tüm yaşamım için cesaretim yok ama)

yavasyavas dedi ki...

supersiniz. herkes hayal eder siz yaşıyorsunuz.
yola devam :)

Basak dedi ki...

Sevgili Hayal her şeyin uygun zamanı var, önemli olan dengeyi bulmak sanırım.Manuel hayat insan bedeninin milyonlarca yıl içinde evrindiği şey sanırım, yani milyonlarca yıl manuel yaşayan insan oğlu sadece son 100 yıldır bundan hızla uzaklaşıyor.

Yavaş Yavaş söylediğin şeye felsefe olarak ben de inanıyorum. Basit şeylerden keyif almayı öğrenmek 1. ders:)

Tijen dedi ki...

Vallahi benim de oraya gelesim geldi...

Basak dedi ki...

Bekleriz Tijencim:)