1 Aralık 2008 Pazartesi

HIP HIP CHIN CHIN


İlk defa Saint Germain, De Phazz gibi grupları; Ibiza, Del Mar, Mezzanine Del Alcazar gibi “derlemeleri”; Bugge Wesseltoft, Martin Landsky ve daha sonraları Claude Challe gibi DJ’leri dinleyerek Lounge ve Chill out müziği dünyasına daldım. Lounge ve Chill out en keyifli anlarımın, ruh hallerimin fon müziği, çoğu zaman hayatımın “klip” müziği oldu. Keyifli bir arkadaş sohbeti sırasında, hareketli bir partide, kendi başıma bir şeyler içerken veya dinlenirken hem ortama uyum gösterdi hem de ruh halimi daha da keyiflendirdi.

İlk nasıl keşfettim hatırlamıyorum. Yanılmıyorsam 2003 senesiydi, Eylül veya Ekim ayı olması lazım. Bir yerlerde okudum “Stéphane Pompougnac” ismini ve “Hotel Costes”i. Türkiye’ye gelecekti, İstanbul’a. Hotel Costes serileri ile adını dünyanın en iyi ”lounge music DJ”i olarak duyurdu diyordu yazı. En başından beri bu müziğin beni etkileyen yanı mekânlara, anlara, ortamlara bambaşka anlamlar yüklemeyi başarmasıydı ve Stéphane Pompougnac da tam bunu yapmıştı; Fransa’nın en popüler ve ünlü insanları tarafından sıkça ziyaret edilen Hotel Costes’ini müziği ile daha da keyifli yapmış ve daha da meşhur etmişti. Takip eden günlerde hemen Stéphane Pompougnac’ın Hotel Costes serisini edindim ve çok sevdim. Hotel Costes’i de aklımın bir köşesine yazdım.

Gezginlik ve yeni yerler keşfetme konusunda hiçbir zaman Avrupa’nın büyük şehirlerine gitmek, gezmek birinci önceliğim veya tercihim olmadı. Yani bana “Frankfurt’a mı, Bükreş’e mi gidelim?” diye sorsanız, Bükreş derim. Veya “New York mu, Zagreb mi?” deseniz, Zagreb derim. Her neyse. Stéphane Pompougnac ve Hotel Costes ile tanıştığım zamanlardan beri hep kendi kendime dedim ki “eğer bir gün yolum Paris’den geçerse (bakın Paris’e gidersem demiyorum), şu Hotel Costes’ e gideceğim, Stéphane Pompougnac’ın müziği ile benim aklıma soktuğu Hotel Costes’in keyfini süreceğim.

İşte hal böyleyken, geçen hafta bir vesile ile Paris’e gitmem gerekti. Ben de yıllar önce bir gün yapacağım dediğim şeyi yaptım.

Hotel Costes butik otel formatında olduğu ve ününe çok güvendiği için web sayfasında adresini bile belirtme gereği duymamış ama kısa bir internet araştırması neticesinde adresi buldum: 239, Rue Saint-Honoré 75001 Paris. İşlerim bittikten sonra Saint-Honoré Caddesini 1 numaradan 239 numaraya kadar yürüyerek kat ettim, fakat 239 numaralı binanın olduğu yerde Hotel Costes falan yoktu. Çabamın boşa çıkması, yağan yağmur, soğuk ve de yorgunluk neticesinde keşfime ertesi gün devam etmeye karar verdim. Paris haritasına bakınca fark ettim ki “Rue du Faub Saint-Honoré” diye, Saint-Honoré Caddesine çok yakın, hatta devamı olan başka bir cadde daha var ve Hotel Costes Rue Saint-Honoré’da. Ben ise Rue du Faub kısmında yürümüşüm. Ertesi gün öğlen saatlerinde Hotel Costes’in kapısından girdim. Otel’in restoran-cafe bölümü zaten hemen girişten sonra, lobi restoran-cafe salonunun sonunda. Kırmızı, bordo ve siyah renklerle döşenmiş ortam. Duvarlarda büyük yağlı boya resimler, tavanda kristal avizeler var. Mekanlar birbirinden kırmızı kadife perdelerle ayrılıyor. Çok keyifli ve ilginç bir ortam yapmışlar. Kapıda çok hoş, alımlı siyahî bir bayan konukları karşılıyor, rezervasyonlarını soruyor, onlarla ilgileniyordu.

İçerisi hiç tahmin ve hayal edemeyeceğim şekilde çok klasik bir tarzda dekore edilmişti. Açıkçası klasik bir dekorasyon beklemiyordum ama kesinlikle kötü ve zevksiz bir ortam değildi. İçeri girip biraz zaman geçirdikten sonra zamandan ve mekândan soyutlandığınızı hissediyorsunuz. Biraz ortamda bulunduktan sonra “Paris de miyim, neredeyim, hangi yılda yaşıyoruz, saat kaç, buradan sonra ne yapacaktım” gibi soruları kafanızdan cevaplamak biraz uzun sürüyormuş gibi geliyor. Hele biraz şarap da içtiyseniz bu süre biraz daha uzuyor. Restoran’da güzel ve keyifli bir yere oturtuldum ki şanslıydım, çünkü içerisi bayağı kalabalıktı ve rezervasyonum falan da yoktu. Yerimden etrafı çok güzel gözlemleyebiliyordum hem de ortamın keyfini çok iyi çıkartıyordum. İnsanlar içeri giriyor boş bir yere oturtulmayı bekliyorlardı. Kimisi sadece meraktan içeri girip etrafa bakıp çıkıyorlardı. Bir şişe kırmızı şarap, parmesan, roka ve incirden oluşan lezzetli bir başlangıç, ardından ince ince ve küçük halkalar şeklinde dilimlenmiş, daha ağızdayken dağılan çok leziz bir biftek ve tatlı olarak da çikolata tesirli harika bir kek yedim yanında espresso ile. Her şey mükemmeldi ve keyfime diyecek yoktu. Bir hayal daha gerçekleşmişti. Bu keyifli ortam da, aynı Stéphane Pompougnac’ın müziği gibi, mekânsızlık ve zamansızlık hissi veriyordu. Üstelik benim orada bulunduğum saat itibarıyla müziğin sesi de henüz yükselmemiş, restorandaki gürültü nedeniyle belli belirsiz duyuluyordu. Yani benzer hissiyat hem Stéphane Pompougnac’ın müziği ile hem de Hotel Costes’in ortamıyla, birbirlerinden bağımsız olarak, oluşuyordu. Stéphane Pompougnac mı Hotel Costes’e bu havayı vermeyi başarmıştı, yoksa Hotel Costes mi Stéphane Pompougnac’ın müziği üzerinde böyle bir etki yaratmıştı?

Burası biraz karışık bence. Çünkü Stéphane Pompougnac’ın DJ’lik kariyerine henüz başlamadan önce Hotel Costes’de garson olarak çalışmış olması, aradan yıllar geçip DJ’lik yolunda başarı ile ilerlemesi neticesinde otelin ortaklarından Jean-Louis Costes’in ona otelin restoran-barının DJ’i olmasını teklif etmesi ve Stéphane Pompougnac’ın bunun üzerine “Hotel Costes Serisi” olarak bilinen, biri “Best of” olmak üzere, toplam 12 adet albüm yapması ve Otel’in şanına şan katması bu güzel etkinin sadece tek bir tarafın mahsulü olmadığına işaret ediyor. Ancak ve ancak harika bir sinerji bu etkiyi yaratabilir bana kalırsa.

İşte tüm bunlar Stéphane Pompougnac’ın neden Dünya’nın en iyi DJ’leri arasında gösterildiğinin, neden Madonna’nın “What it Feels Like for a Girl” parçasının düzenlemesini ona yaptırdığının ve benim de neden onun müziğini bu kadar sevdiğimin sebebi.

Bu harika ortamı kafam hoş ve iyi bir hesap ödemiş olarak terk ederken, garsonlar masalara üzerinde “BAR” yazan içki menülerini bırakıyorlardı. Belli ki Hotel Costes uzun bir geceye hazırlanıyordu ve gece Pompougnac’ın müziği ile dolacaktı.

Artık başka bir zaman, bu sefer Başak’la beraber, daha uzun Hotel Costes’de kalırız umarım.

Eğer bir gün Hip Hip Chin Chin (Yaziko Club mix) parçasını dinlerseniz beni hatırlarsınız artık:)

(Stéphane Pompougnac)

11 yorum:

PERİLİ KÖŞK dedi ki...

çok merak ettim mutlaka alıp edineceğim....

Alev dedi ki...

Hotel Costes: -Sept- 7'den
Hip Hip Chin chin i dinleyince beni anarsın. En keyifli anların değişmez parçası...

Zeynep Everi dedi ki...

Çal çal bitirdik adamı radyoda :) Lounge olunca konu uzak kalamadım. Başak webden bizi dinliyor musun? powerxl i yani..

Basak dedi ki...

Zeynepçim;
Radyo keyfimiz sona erince yine web'e döndük. Ben işten dinleyemiyorum ama evde dinliyoruz. Sen sizinkilere söylesen de şu Ankara'yı tekrar açsalar... Yazın Dalyan'da kaldığımız otelde bile XL çalıyorlardı web'den, pek sevinmiştik:)

Alev dedi ki...

Ankara dedi ki: Power XL'imizi geri istiyoruz. Yetkililer duyun sesimi.

Zeynep Everi dedi ki...

Yetkililere iletilecek elbette :)) Hatta yetkililere blog açmalarını buradan direk üstlerine Ankara çıkartması yapılacağını söyeyim diyorum.
Şu bayram bir geçsin de bakalım bir sorgu sual edelim umut var mı diğer illere. Pek sanmıyorum bir de zaten herşeyin üzerine Krizimiiz de var.
İkinizi de kocaman öptüm.

Basak dedi ki...

Süper!!! Kirzde zaten en iyi yapılacak şey müzik dinlemek, bu güzel bir ikna vasıtası olarak kullanılabilir:))

Adsız dedi ki...

ben istiyorum ki izmir'de de eskisi gibi power xl dinleyebilelim :(
alev'im, lounge, chillout vs dinlerken sizleri de anıyorum hep! eskiden sahip olduğumuz o birkaç cd'yi dinlerkenki zamanlar aklıma geliyor hep. içim sıcacık oluveriyo birden...

Alev dedi ki...

Zeynep Everi nedir bu power xl sorunsalı ? Bir çatlak sesde İzmir'den. Bu duruma el atmanın zamanı geldi gibi. Çok ciddi bir kamuoyu oluştu, İzmir, Ankara arkanda.

Zeynep A.'cım bu haftasonu aklına gelen karşına gelecek nasılsa.

Adsız dedi ki...

merhaba;
şu fotoların üzerine yazdığın çeken alev ç çeken başak ç yazıları fotonun bütün güzelliğini bozuyor.
bir de fotoları daha çok alev ç çekiyor sanırım hep onun imzası var fakat bu imzaların fotolar üzerinde olması güzel değil.

Basak dedi ki...

Sevgili Adsız;
Haklısın aslında. Diğer taraftan, foto üzerine yazı yazmak, yaygın sanal "eser hırsızlığı" vakalarına karşı etkisinin çok da güçlü olmadığını bildiğimiz basit bir önlem. Evet, fotoları daha çok Alev çekiyor, yazıları da daha çok ben yazıyorum. böyle bir doğal denge kurduk:)