La Ramblas CaddesiLa Sagrada Familia Kilisesi’nden sonra aslında Gaudi'nin bir başka muhteşem eseri
Park Güell’e gidecektik, hatta biletini almıştık. Ama arsız yağmur planımızı bozdu, bu yağmurda parkta gezmenin sıkıntılı olacağını anlayıp, çaresiz vazgeçtik Park Güell’den. Ama Alev ve ben bu dünya güzeli şehre bir daha gideceğimizden o kadar eminiz ki az üzülüyoruz bu iptal kararına.
Şimdi istikamet dünyanın en meşhur caddelerinden biri olan La Ramblas... La Ramblas, İstanbul’un İstiklal Caddesi’nden sonra, dünyanın üzerinde en çok insanın yürüdüğü caddesiymiş. Limana kadar inen upuzun, geniş bir cadde, ortası yaya yolu olarak düzenlenmiş ve adeta bir orman gibi. Sağında ve solundaki dar yollarda araç trafiğine izin veriliyor. Yayayolu olan kısımda hediyelik eşya, çiçekçi ve evcil hayvan dükkanları var. Cadde üstündeki binaların altı ise klasik olarak ağırlıkla kafe ve restoranlarla dolu.
Burası çok şirin bir pastane
La Ramblas kadar meşhur olan bir diğer mekan ise caddenin tam orta noktasında yer alan Balık Pazarı. Yani bir pazar alanı bu kadar mı güzel, bu kadar mı keyif verici olur?
Adı "balık pazarı" ama içeride her türlü gıda var. Sokaklar gıdaların türlerine göre ayrılmış Sunum mükemmel. En hoşumuza giden malesef ülkemizde olmayan (olamayan) deniz kabukluları reyonları. Hayatımızda bu kadar çeşitli kabuklu deniz hayvanı görmemiştik. İmkân olsa hepsinden tatmak isterdim. Kendimizi kaybettik orada.
Midyeler
Diğer kabuklular 

Pazarda açık büfe şeklinde hizmet veren
“Tapas” restoranları var ve hepsi dolu. Alev ve ben daha yeni yemek yemiş sayılırken birden kendimizi yeniden yemek planları yaparken bulduk:) Ama burası kalabalık, cadde üzerinde bir yeri deneriz diye düşündük.
Sakatatçıların olduğu reyon bize gayet tanıdık, fakat Amerikalı turistler için hiç öyle değildi:) Yaşlıca Amerikalı bir kadın vitrine bembeyaz bir yorgan misali serilmiş işkembeyi uzun uzun incelerken gördük. Alev ve ben kadını birbirimize işaret edip güldük. Çünkü Amerikalı kadının hayatında böyle bir şeyi görmediğinden eminiz, yüzündeki şaşkınlık ifadesi çok net zaten. Nitekim kadın bir yakından bir uzaktan bakarak ne olduğunu anlamaya çalıştığı bu garip gıda için
“John, what’s that??” diye tınısında bolca şaşkınlık olan bir ses tonuyla fotoğraf çekmekle meşgul kocasından yardım istedi. Adamın bilmiş edalarla karısına verdiği cevap ise Alev ve beni kahkalara boğdu:
“It should be a kind of animal skin/Bir tür hayvan derisi olsa gerek” ....:)))))
“Hocam o hayvanın midesi” diyebilirdik ama bu cevap karı kocanın tüm iç dengelerini ve algı sistemlerini alt üst edebilir diye, vazgeçtik. Tipik bir Amerikalı her bir şeyi yer de nedense hayvanların organlarının yenebileceğini asla tahayyül edemez. Üstelik Avrupa' nın bir kısmı da onlarla aynı fikirde. Nasıl Yunanlılar AB yasaklarına rağmen çatır çatır kokoreçleri, işkembeleri yemeye, satmaya devam ediyorsa, İspanyollar da aynı şekilde bu yasağı sallamıyor. Dahası İspanya'da henüz sigara yasağı da gelmemişti biz oradayken, kapalı mekanlarda herkes püfür püfür sigara içmekteydi.
Balık pazarında epey gezindikten sonra caddeye tekrar çıktık. Aslında tok olmamıza rağmen, buraya kadar gelip klasik İspanyol tatlarını tam kadro denemeden gitmek olmaz deyip, gözümüze hoş görünen bir restorana oturduk.
Tortilla’yı (İspanyol omleti, bizim omletlerden farkı iri küpler halinde kesilmiş haşlanmış patateslerden yapılması ve neredeyse pasta kadar kabarık olması) önceden götürmüş olduğumuz için, bu kez hedefimiz
Tapas ve İspanyol pilavı
Pahella’dan denemek.
İtiraf edeyim ki Alev ve ben Tapas’ı bir tür yemek sanıyorduk, meğer “tapas” İspanyol ve Katalan dilinde
“meze” demekmiş:) İspanya’da insanlar mezelerle ana öğün yapmayı seviyor, o kadar seviyorlar ki bizim "kebapçılar" gibi "tapasçı" restoranlar var. Küçük küçük tabaklarda çeşit çeşit mezeler geliyor. Mezeler ise bizdekilerin aynısı. Paylaşmayı düşünerek, ben bir kaç farklı tapas, Alev ise deniz mahsüllü pahella seçti. Gezi klasiği olarak, tavsiye edecekleri lokal bir biradan getirmelerini istedik.
Alev'in pahella ile imtihanı:) Bir kişi için gelen miktar 4 kişiyi doyurabilir
Tam yemeğe başlamıştık ki, o da ne: dünyanın en kalabalık caddesinde tanıdık iki insanın yürümekte olduğunu görüyoruz: Özge ve Güçlü. Onlar da gelip bize katıldı. Hemen gözlemlerimizi paylaşmaya başladık.
Özge ve Güçlü de Camp Nou'ya gitmişler ve orada inanılmaz bir şey olmuş: Birbirlerini kaybetmişler:) Bu basit olayı ciddi bir krize dönüştüren ise tuvalete gitmek üzere Güçlü'den ayrılmış olan Özge’nin içinde parası ve telefonu olan çantasının Güçlü’de kalmış olması. Uzun süre Camp Nou kazan, bizim elemanlar kepçe, birbirlerini aramışlar. Çantasında her tür maddi güç ve teşkilat olan Güçlü kardeşimiz soğukkanlı olmayı becerebilirken, kendini bir daha Camp Nou’dan dahi dışarı çıkamayacak kadar çaresiz hisseden Özge’nin moral seviyesi hızla düşmüş. Hatta gözlerinden yaşlar süzülmüş. Sonunda mucize eseri birbirlerini bulduklarında adeta bayram havası oluşmuş:) Müzedeki insanlar
"bütün dünya birlik olsa, hayat bayram olsa" diye şarkı söyleyip etraflarında dansederek dönmüşler:PP
Biz bu muhabbetle eğlenirken dünyanın en kalabalık caddesinden yine tanıdıkların geçtiğini farkettik. Bu kez Yılmaz Ailesiydi restoranın önünden geçmekte olan. Tabii onlar da masamıza oturdular.
“Dünya küçük azizim” geyikleri aldı başını yürüdü haliyle:)
Barselona’da biri İtalyan, biri İspanyol olan iki arkadaşlarıyla buluşmayı beceren Suat ve Murat da buluşma noktamıza az sonra arkadaşlarıyla birlikte ulaştılar. Evet, La Ramblas çok turistik, yolu Barselona’ya düşen herkes o caddeden de geçecektir ama hepimizin o kalabalık caddede bir araya gelmeyi becermesi de gayet sıradışı bir olaydı bize göre:)
La Ramblas'ta da Voltran'ı oluşturduk şükür:)
Suat ve Murat lokal arkadaşları sayesinde tam anlamıyla
“Derin Barselona” turu yapmışlar, anlata anlata bitiremediler. Ortak fikrimiz Barselona'nın hep gidilmek istenecek bir şehir olduğu yönündeydi. Sayfiye havasında kocaman bir şehir, her şey insanın rahat etmesine ve görsel zevklerine öncelik verilerek düzenlenmiş. Sokaklarda telaş yok, herkes memnun mesut görünüyor.
Bu şehirde doğan insanlar çok uzun yaşıyordur diye düşünüyorum. Şehir o kadar yaşam ve enerji fışkırtıyor ki bence burada kolay ölünmez, hayat kolay bırakmaz insanın yakasını:)
Gemiye binene kadar bir daha ne zaman buraya geleceğimizin planlarını yapıyoruz ömrümüz iyice uzasın diye:)
Barcelona Fatihleri...